27 Aralık 2011 Salı

afganistan çağıltısı




Bütün âzalarını harbe çağır
Sofran açılsın, elin şehit ballarından alsın

Saraylar, damlar yeniden kurulsun 
Ağaçlar içinden akan nehre 
Dal çık günde bin kere ve gecelerde 
Omuz başlarını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın 

Kalem yazsın yazsın 
Küheylan bir aşık ol 
Öyle yalvar ki ellerim zahmet balyalasın 
Kaslar şehit dalgaları ve haykıran kan 
Başlasın vuslat gününü toprağa 
Başlasın hatırlatmaya denize kumsalını 

Şimdi üzgünüz arkadaş 
Yolumuza çıkmayın üzgünüz... 

Hava çok hoş denizin tuttuğu yerler derin 
-Konuş şimdi zaman hiç geriledi mi 
Hava çok hoş kuşların tuttuğu yerler berrak 
-Konuş şimdi daveti duydun mu 
Bir gece uyandın ki ellerin başaklarda 
-Konuş şimdi açık ağzına o gül yaprağı konan şehidi gördün mü 
Çoktan hayretle dondu kaldı bağlar ovalar 
-Konuş şimdi bekliyor mu yalın ayak çocukları ağacında buğday 

Hava çok hoş insanın tuttuğu yerler azar azar 
Kalbin zengin davetleriyle oynar 
Çocuklar o anda çok yakında bakarsın bir aşk sayhasında 

Yaslanırlar güzel anaların kollarına 
Hava çok hoş başın tuttuğu idrak yanımızda 

Adamlarımız yiğit 
Kadınlarımız hamarat 
Çocuklarımız dolu bilinç harmanı 
Köpeklerse sayılı 

Elimizde cahiliye dönemi sonrası bir pala 
(Kavmiyetçilik etme dedik ucu kırılır) 

Kırıldı da 
Şimdi severiz türkmeni peştunu 
Onarılmış gerilmiş bileylenmiş ve doğramakta 

Isın gökyüzü ısın 
Çocukları kavrulmuş kadınlar yeniden hamarat yeniden gebe 

Bunlar gübre insan değil 
Gömlekler çelik zırh 
Öyle bir çalgı çaldılar ki 
Seslerin çağırıp koyunlara bile 
Koyduğu zehirli gaz rüyaları 

Analara şaşkın çocukların 
Üç beş yaştakilerin 
Yüzleri harp yarası 
Harp yanığı 
Ama öpülmekte okşanmakta yanakları 

Hangisi hangisine mübadil 
(Dünya bu olamazdı) 
Hangisi özne hangisi edilmiş gelinmiş bilinmemiş 
Yağmur peyderpey kar tane 
Gamzem oyuyor düşüncemi 
Kime eşitim nasıl nerdeyim 
Gamlanmaktayım 

Hayır bir tereddüttü geçti 
Füsun bu karadağ mağdeni 
İsyan muannit 
Mösyö sevinçli mister memnun ağa yarı tok köylü sarı yaprak 
Millet üzgün 

Hani dengeler kuracaktık 
Batının kızıl ulusları bin dokuz yüz seksen kölelik yapmak istemiyorum 

Bu kahveniz 
Yıldızlarınız şapkanız 
Buyrun unutmuş olmalısınız dehanız şerefiniz 
Buyrun cep feneriniz 
Buyrun boynumuzdaki halkayı tutunun 
Ve semirin 

Hani dengeler kuracaktık 
Hani çağdaş uygarlıklardan tutunacaktık 
Hayır batının ulusları kızıllarla karışık 
Bin dokuz yüz seksen bay batıya buna şuna 
Cennetlik yapmak istemiyorum 
Çevir tarihi çevir 
Bin dört yüz BİR 

Bu kafa ne zaman köreldi 
Çalınanlar siren besteleri 
İmdatlarla düşün 
Bu anne asla merhamet dışında 
Gözleri nemli olmamıştı 

Hayır batının ulusları yıl bin dokuz yüz seksen değil 
Bin dört yüz bir 
Fakat beş yüz yetmiş dokuz yıl geçmiş değil 
Ne bir karışıklık var 
Ne bir dev rüya görmüş 
Değil 

Kıraç bir yamacı bir ekspres kıymıklıyor gibi 
Tünellere ses basılmış değil 
Elbette bunlar değil 
Yazmaktan çektiğim yalnızlık da değil 
Bahsi kapatalım ve yatalım için de değil 
Hiçbir şey değil hiç biri değil 

Anlatabildik mi arkadaş. Acaba 
Körebe bitti duvarı kaldır at 

Haydi zemini düzledik alt yapısını kurduk savaşın 
Dikil yanıma 
Ellerimizde birer çakıl taşı 
Onlarla dikilelim karşı karşıya 
Yüzlerimizin kefen örtülerini yırtalım baştan başa 
Görürsün berrak içi 
Derisi yüzülmüş kan gibi yüzlerimizin 
Bu harp başka 

Kim diyorsa ki batılılarla başımız bir taşta 
Cellatlarla aynı kaptan yiyoruz 
Aynı kirli hava 
Aynı kafa ayağımızın bodrumunda 
Hayır arkadaş bu hesap bambaşka 
Ne son aylardayız ne bu son gün 
Sanki dünya bir tek kaldırıp vuracağım gürze gebe 

Gözleri yumuşak yüzü yorgun bileği sert toprak 
Sanma ki harp derdinden geçtim 
Düşünme ki dökeceğin kanlar hunhar 
Derimin altında ne belalar baygın 
Bir devlet taşıyorum başımda 
Bu ev bana dayanmaz 
Çöker kızıllar kuduran inleri dünyanın 

Arkadaş 
Şimdi yalnız savaş

Cahit Zarifoğlu

24 Aralık 2011 Cumartesi

kızlarağası medresesi, çemberlitaş


Artık bizler, etten kemikten değil, ahşaptan insanlarız. Bizi manevi şeyler değil; ancak boya, cila, vernik gibi şeyler güzel ve çekici gösterebilir. Örneğin; bir polis memurunun takım elbise giyenle, el örmesi süveter giyene davranışı aynı mı? Kırgınım. Ve bunun ne anlama geldiğini henüz ben de bilmiyorum. Dışarıda kar yağıyor. İçerisi neredeyse bomboş. 'Rabbim, sen olmasan / kimin aklına gelirim ben'i çoğaltmaya çalışırken; bir kedi geldi, boş boş bana baktı. 'Buyur' dedim, 'buyur ki kendimi bir şey sanayım...' 

Ben de buranın yabancısıyım
Diyecektim, demedim.

Uçuş Denemeleri, İbrahim Tenekeci

dünyaya çarpmak


Nerede bir cenaze görsem, vaktim müsaitse eğer, hemen cenazenin peşine takılıyor, namazını kılıyor, hakkımı helal ediyor, mezarlığa gidiyor, gömülene kadar rahmetlinin yakınıymış gibi davranıyorum. Bir cenaze daha. Cenaze arabası önden gitti, yirmi kişi kadar olan bizler, camiye yürüyerek gittik. Yolda, döviz bürosunun önünden geçerken, neredeyse herkes, başını döviz bürosunun elektronik panosuna çevirdi ve o an, grup biraz yavaşladı. Ben, hemen önümdeki hacı amcaya çarptım. Aslında hacı amcaya değil, dünyaya çarptım.

Uçuş Denemeleri, İbrahim Tenekeci 

22 Aralık 2011 Perşembe

yemek + sigorta


Bütün acılar sahiplerini bulur
Ama sen bunu zaten biliyorsun
Ben bildiğimi unutuyorum seni öğrendikçe
Dilimin dönmediği kelimelerle anlatıyorum
Her yöne sınırsız bir yalnızlık var elimizde...

Korkma yaşayacaksın ey aşk
Yemek artı sigorta ya da bu sefer başka
Yakalanırsan beni tanımıyorsun
Gözlerimin ispiyoncu hali ve tekrar tekrar İsa
Güvenli bir yer bulana kadar gel bende saklan

İpuçlarını birleştiriyor ölüm, çember daraldı
Sessiz ama sakin değilsin ruhun dağlı bir komitacı
Bana bir adım atsan yolunu kaybedersin
Aklında tut Mecidiye'de uygunsuz bir dut ağacı
Lâtilokum, sıradaki şarkı, antevasin...

Bakma bana sen, ben tıbben mümkün değilim...

Furkan Çalışkan

sessiz, hareketsiz, karanlık



Migren ağrıları, vasküler baş ağrısı olarak bilinen, basit migren, klasik migren, oftalmoplejik migren ile baziler migreni küme baş ağrısı olarak bilinen, daha çok yaşlı erkekleri etkileyen ender görülen acımasız bir hastalığı da içeren, daha geniş bir ağrı sendromu kategorisinde yer alır. Vasküler baş ağrısı olarak adlandırılmalarının nedeni, ağrının kafa derisine, duraya (kafatasının iç zarı) ve beyne kan götüren atardamarlardan kaynaklanmasıdır. Vasküler baş ağrısı, damarların büzülmesi evresi ve damarların genişlemesi evresi olmak üzere iki ayrı evreden oluşur. Büzülme evresinde kan damarları serotonin adı verilen bir kimyasal hormona tepki vererek daralırlar. Serotonin, sinir iletici madde (nörotransmitter) olarak bilinen bileşikler sınıfına dâhildir; bu madde sınıfında ayrıca, şizofreni ve Parkinson hastalığında rol oynayan sinir iletici maddelerden dopamin ve epinefrin (daha yaygın adıyla adrenalin) de yer almaktadır. Duyarlılığı olan kişi, özellikle kırmızı şarap, peynir ve baklagiller gibi belli yiyeceklerde bulunan baş ağrısı "tetikleyiciler"ine maruz kaldıktan sonra serotonin salgılanır. Diğer baş ağrısı  tetikleyicileri arasında, kafein ya da monosodyum glutamat, alerjenler (polenler, toz akarları), hormon değişiklikleri, kafa travmaları, psişik stres, aşırı güç harcama ve uzun süren uykusuzluk yer almaktadır. Damarların büzülmesi evresinde, kafa derisine ve beyne giden kan kısıtlanır. Beyne giden kanın yavaş akışı, hastanın migren auraları diye bilinen tuhaf bir duygu hissetmesine neden olsa da bu evre ağrısızdır. Auralar; kaygı, sersemlik hissi, beden dışı deneyimler, çarpık uzamsal algı gibi farklı biçimlerde ortaya çıkabilir: Basit görsel halüsinasyon da oldukça yaygındır. Migren sırasında, kan akışındaki azalma çok ender olarak felce de neden olabilmektedir. Damarların büzülmesi sona erdikten sonra, atardamarların birden genişleyip kana boğuldukları ikinci evre başlar. Bu genişleme, açlıktan ölmek üzere olan bir adamın sekiz tabak yemek birden ısmarlamasına benzer biçimde, beynin damarların büzülmesi evresinde, yaşanan kan azalmasını fazlasıyla telafi etme çabası olabilir. Hassas atardamar duvarları, normalin iki katına kadar genişlediğinden, migren hastası işte bu genişleme evresinde ağrı çeker. Atardamarlar, sinirlerini alın bölgesi ile gözlerin duyarlılığını sağlayan üçlü sinirin üst dallarından alır. Bu sinirler, damarların gerilmesiyle oluşan ağrıyı ağırlıklı olarak gözlere ve yüzün üst bölümüne iletir. Migren ağrıları, hastayı tümüyle aciz bırakan başka bir rahatsızlıkla birinci dereceden akrabadır: Daha sonra ele alacağımız, trigeminus (üçlü) nevraljisi ya da yüz nevraljisi gibi. Migren de yüz nevraljisi de üçlü sinir tarafından yönetilen sefaljilerdir. Migren ağrısı atardamarlardan başladığı için başın döndürülmesi, damarların ağrıyan duvarlarını daha da gererek ağrıyı şiddetlendirebilir. Kalp atışıyla birlikte, ağrının hem sıklığı hem de şiddeti azalıp çoğalabilir. Hızlı ve düzensiz atan nabız, migren ağrısını daha da şiddetlendirecektir; bunu kişisel deneyimlerime dayanarak doğrulayabilirim. Kalp ritminin gücünü ve hızını artıracak her şey ağrıyı da vurgulayacaktır. Tüm diğer migren hastaları gibi nöbet geldiğinde benim de mümkün olduğunca sessiz ve hareketsiz kalmaya çalışmamın nedeni de budur. Yıllar önce, akut mide bulantısıyla tuvalete koşmam gerektiğinde, kalbim o kadar hızlı çarpmaya başlamıştı ki damarlarımın zonklamasıyla, başımın tepesinin patlayacağını zannetmiştim. Sonraları bu hatayı tekrarlamamaya çalıştım. Genişleme evresi birkaç saat sürmekle birlikte, baş ağrısı günler süren bazı şanssızlar da vardır. Akut baş ağrısı dindikten sonra, migren kurbanının başında çoğu zaman kronik ama dayanılabilir bir vurma hissi ve ağır bir bitkinlik duygusu kalır. 

Canımız Neden Yanar?, Dr. Frank T. Vertosick Jr. 

4 Aralık 2011 Pazar

bilimsel



Sütlerin nereye gittiği çok geçmeden anlaşıldı. Sütler her gün domuzların lapasına karıştırılıyordu. Elmalar artık olgunlaşmaya yüz tutmuşlardı; meyve bahçesinin çimenleri rüzgârla dökülen elmalarla kaplıydı. Hayvanlar, doğal olarak, elmaların eşit bir biçimde paylaşılacağını umuyırlardı; oysa bir gün ağaçlardan dökülen tüm elmaların toplanması ve koşum takımlarının durduğu odaya getirilerek domuzlara teslime edilmesi buyuruldu. Bazı hayvanlar homurdandıysa da bir yararı olmadı. Bütün domuzlar, Snowball ile Napoléon bile bu konuda aynı düşüncedeydiler. Öteki hayvanlara gerekli açıklamaları yapmakla görevlendirilen Squealer, "Yoldaşlar!" diye haykırdı. "Umarım, biz domuzların bunu bencilliğimizden, ayrıcalık düşkünlüğümüzden yaptığını sanmıyorsunuzdur. Aslında çoğumuz süt ve elmadan hoşlanmayız. Ben de hoşlanmam. Bu elmalara el koymamızın tek bir amacı var, o da sağlımızı korumak. Sütte ve elmada domuzların sağlığı açısından kesinlikle gerekli olan bazı maddeler var. Bilim bunu kanıtlamıştır, yoldaşlar. Biz domuzlar düşün emekçisiyiz. Bu çiftliğin tüm yönetim ve düzeninden biz sorumluyuz. Gecemizi gündüzümüze katarak, sizin sağlığınızı koruyoruz. Bu sütleri sizin uğrunuza içiyor, bu elmaları sizin uğrunuza yiyoruz. Biz domuzlar görevimizi gereğince yerine getiremezsek ne olur, biliyor musunuz? Jones geri gelir! Evet, Jones geri gelir! Bundan en küçük kuşkunuz olmasın, yoldaşlar." Sonra da, oradan oraya sıçrayıp kuyruğunu oynatarak bağırdı: "Aranızda Jones'un geri gelmesini isteyen tek bir hayvan yoktur sanırım!" Hayvanların en küçük bir kuşku duymadıkları tek bir şey varsa, o da Jones'un geri dönmesini istemedikleriydi. Domuzları sağlıklı tutmanın önemi çok açıktı. Böylece, tartışma büyümeden, bütün sütün ve rüzgârla ağaçlardan dökülen elmaların (doğaldır ki, olgunlaştıkları zaman ağaçtan toplanan elmaların da) hepsinin domuzlara ayrılması herkesçe kabul edildi.

Hayvan Çiftliği, George Orwell

*fotoğraf trillianaSK'ya aittir.

dünyaya mahsus


Geçtiğimiz hafta, bir kez daha İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne gittim. Her gittiğimde sadece bir bölümü geziyorum. Bu sefer Erken Roma Dönemi'ne ait mezar taşlarının olduğu bölümü ziyaret ettim. Üst rütbeli bir devlet memurunun mezar taşında sadece şu ibare var: "Görevini kötüye kullanmadı." On sekiz yaşında ölen bir kızın mezar taşında ise "On sekiz yıl düzenli bir şekilde yaşadı" yazıyor. Sıradan bir Roma vatandaşının mezar taşında yazan şu cümleyi de notlarımın arasına ilave etmişim: "İyiydi ve birçok meziyeti vardı." Asıl dikatimi çeken ise birden fazla mezar taşında geçen "İyi ve kimseye acı çektirmemiş" ifadesiydi. Bugün Roma denilince aklımıza hoş şeyler gelmiyor olabilir. Fakat altını çizip köşemize taşıdığımız bu dört 'güzel' cümle, 'ihtiyaç listesi' gibi önümüzde duruyor. Güzellik uzmanlarının bile zamanla "çirkinleştiği" bir dünyada, kalıcı güzellik, ancak ahlâkla mümkündür diye düşünüyorum. Güzel ahlâkla... En basit kural: Ahlâksız insan, dünya güzeli seçilse dahi, çirkindir. Çirkine de gölgesi bile düşmandır. Türkçenin en 'güzel' şiirlerinden bazılarına imza atmış olan Ahmet Muhip bir yazısında şöyle diyor: "Elimi dostça omzuna koydum, altında yara varmış; canı acıdı." (Yazılar, Adam Yayınları, 1994) Dünyaya mahsus güzellikler biraz da böyle bir şey... O yüzden "Canımı yakıyor, dünyanın güzelliği" diye yazmış bulunduk.

Tüfeksiz Hareketler, İbrahim Tenekeci

15 Kasım 2011 Salı

dengeler adına



Yaşasın konfederasyon!
Yaşasın kamçılar ve köleler.
Çünkü siyahları sevsem de,
Lincoln’un bir yalancı olduğunu biliyorum.

Dengeler adına vuruldu kim vurulduysa
Çiftçiler, Marilyn Monroe, Bağdat.
Dengeler adına bırakıldım kendimle başbaşa.
Burada Şehremini’de
Ve bir hallaç pamuğuna dönüşmüş olarak.

Kimim ben?
Nerden gelip nereye gidiyorum
Bunun ne önemi var.
Mossad besliyor Kafka’yı
Zen’i Amerika finanse ediyor.
Çünkü hepimizi uyuşturup
Ortadoğu’yu ateşe vermek istiyorlar.

İkilem,
Üçlem ve dörtlemler
Alternatif çöplüğüne döndü üçüncü dünyanın beyinleri...

”Hiç akletmez misiniz?”
Hayır etmeyiz!
Felsefenin soysuz çarkına teslim ederiz ayetleri.
Öyle büyüttük öyle büyüttük ki felsefeyi
Eylemi de aldı içine
Eylemi aldı bizden!

Ve ateşler içre Bağdat’ın orta yerinde,
Çırılçıplak kalakaldık işte

Dengeler adına silahsız
Dengeler adına şahsiyetsiz
Miskin, geveze, entelektüel..
Dengeler adına vuramadı kim vurmadıysa
Dengeler adına şair yaptılar bizi...

Hakan Albayrak

incesaz - ebrûlî

12 Kasım 2011 Cumartesi

kaydet beni


25 Nisan 1970

Selim* gibi, günlük tutmaya başladım bakalım. Sonumuz hayırlı değil herhalde onun gibi. Bu defteri bugün satın aldım. Artık Sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni; dert ortağım olsun. "Kimseye söyleyemeden, içimde kaldı, kayboldu." dediğim düşüncelerin, duyguların aynası olsun. Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.

Günlük, Oğuz Atay

*Selim: Tutunamayanlar'ın kahramanı Selim Işık.

5 Eylül 2011 Pazartesi

ölçü




Kitleler asla yalnızca ezildikleri için, kendiliklerinden başkaldırmazlar. Kendilerine karşılaştırma yapabilecekleri ölçüler verilmedikçe, ezildiklerinin bilincine varmazlar.

1984, George Orwell

crossing over


İlk bakışta karışık bir kavram olarak karşımıza çıkan kalıtım, kendine özgü kanunlar içinde kesinlik taşıyan bir olgudur. Burada, Alman din adamı Mendel'in 19. asır ortalarında ilk kez gece sefası ve bezelyeler üzerine yapmış bulunduğu gözlemler sonucu ortaya attığı dört kanundan başlayarak hücre içindeki kromozomların hücre mitozu ve mayozu sırasında uğradıkları değişikliklere oradan da hücre kimyasının ilerlemesi ve RNA ve DNA moleküllerinin keşfinden sonra oluşan ve bugünkü tıbbın temel taşlarından birini oluşturan gen bilimi'ne kadar uzanan ilginç ve gizemli bir bilim macerası ile karşı karşıya kalmaktayız. Bir mesleğe veya yetiye yakınlık ve eğilim, bir konuyu sevme veya bir davranışı benimseme, şu veya bu şartlara kolayca uyma veya uyamama gibi soyut kavramlardan eski tıpta geçer akçe olan locus resistenciae minoris diye tanımlanan vücuttaki zayıf nokta görüşüne veya uzun boy - kısa boy veyahut şişmanlık - zayıflık veyahut bir hastalığa karşı dirençli olma veya olmama gibi somut olay ve olguların ortaya çıkışında, daima genlerin oynadığı önemli rolle karşılaşırız. Ancak, burada çok önemli bir faktörün varlığını da vurgulayarak açıklamak isteriz: Burada da, tüm bu katı bilimselliğin içinde, gene de yazgı diye bilinen o bilinmeyenin, canlının tüm yaşamında etkisini göstermekte olmasıdır. Bilindiği gibi hücerelerin mitosis ve meiosis safhalarında kromozomların birbirine sarmalanmaları (crossing over olayı)'ından sonra sarmalanma noktasındaki kopma safhasında kesi kenarının düzenli olmayıp tesadüfen bazı uçların uzun bazılarının ise kısa kesilmiş olmaları sonucu genlerdeki dağılımda bir adaletsizlik ortaya çıkıyor ve sonuçta, bu durum aynı kromozomları taşıyan bireyler içinde dahi aynı yetilerde farklılıklara neden oluyor. Belki de yazgı denilen şeyin bilimsel temeli budur... 

Psikiyatri, Doç. Dr. Kriton Dinçmen

4 Eylül 2011 Pazar

bir beyit bin anlam..


Anı hoş tut garîbindir efendim işte biz gittik
Gönül derler ser-i kûyunda bir divânemiz kaldı

Hâyâli

trajedi


Bizim ilim ve irfan geleneğimizde, insan nefsinin mertebeleri tasnif edilirken her mertebe bir terimle adlandırılır. (Tasnifler itibarî olduğundan biz burada sadece üçlü tasnifi dikkate alacağız.) En altta nefs-i emmare yer alır ki "arzuların tatminsizliği" (eksiklik), işbu nefsin sıfatıdır. Böylelikle tatminsizlik mertebesine -Kur'an'dan istifadeyle- nefs-i emmare adı verilmiştir. En yukarda nefs-i mutmainne yer almaktadır ki daire tamamlanmış, çamurlu dünya  arkada bırakılmış ve ulaşılan kemâl sayesinde sarsılması mümkün olmayan bir huzura erilmiştir ki "arzuların tatmini"ne (bütünlük) karşılık gelen mertebe işbu mertebedir. Bu mertebelerden ilki tabiî ve hayvanî, ikincisi ise ilahîdir ve esasen iki halde de trajediden söz edilemez. Salt tatminsizlik trajedi değildir. Çünkü hiçbir hayvan trajik bir hayat yaşamaz. Hayvanlar trajik olanı göremezler de. Tatmin hâli de böyledir ve hiçbir insan 'insan' olarak kaldığı sürece tamamen 'tatmin' (bütünlük) mertebesine çıkamaz. İlahî olanda trajedi yoktur. Çünkü kemâlde trajedi yoktur; trajedi kâmilin (kemâle erenin) değil, mütekemmilin (kemâl isteyenin) hâlidir. Kemâl kip itibariyle durum bildirir, tekemmül ise oluş. Demek ki trajedi durumda değil, oluşun ta kendisinde. Tanrı mükemmel değildir, kemâle ermemiştir; bilâkis O, zaten (zâtı itibariyle) kemâldir. Arzularımız hiç tatmin olmasaydı -ki bu mümkün değildir- trajik bir durumda olmazdık. Buna mukabil bütün arzularımız tatmin olsaydı - ki bu da mümkün değildir- yine trajik bir halde olmazdık. Nefsin negatif kutbu olmak itibariyle hem nefs-i emmare düzeyinde, nefsin pozitif kutbu olmak itibariyle hem de nefs-i mutmainne düzeyinde trajedi arama çabaları beyhudedir. Salt pozitif olan veya salt negatif olan çelişki üretmez; dolayısıyla çelişkinin olmadığı yerde trajedi de olmaz. Her iki mertebenin arasında nefs-i levvame vardır; insan olanın, insanî olanın mertebesi... O ne nûrdur, ne de nâr; o ne cennettir, ne de cehennem; o tek kelimeyle a'raftır, berzahtır, sırattır; trajedidir yani. Suçluluk duyan, kendini kınayan, tatmin olduğunda tatminsizliği, tatminsiz olduğunda ise tatmini arayan bir varlığın hâlidir nefs-i levvame. Öncesiz değilim, ben önceyim. Sonrasız da değilim; aksine, ben sonrayım! 

Göz İzi, Dücane Cündioğlu

24 Ağustos 2011 Çarşamba

kelimeler


Bir milletin ataları, asırlarca o kelimelerle duymuş, onlarla düşünmüş, birbirlerini ve evlâtlarını o kelimelerle sevmiş ve bu kelimeleri tamamıyle millî bir sanatla işleyip Türk yapmışsa, evlâtlar artık o kelimelere düşman kesilemezler.

Türçenin Sırları, Nihat Sami Banarlı

30 Temmuz 2011 Cumartesi

sıfır cevap


Uzunca bir zaman, karşılaştığım ve karşılaşabileceğim her soru için bir cevabım olmasını önemsedim. Şimdi kendime ait soruların varlığıyla yetinmeyi öğreniyorum. Anlıyorum ki bu dünya, cevap verebileceğim türde açık ve anlaşılır sorular barındırmıyor. Vazgeçtim cevaplardan. Ellerimi cebime koyup yerdeki çizgilere basmamaya gayret ederek yürüyorum. Cevaplar için sürekli başkalarının yardımına ihtiyaç duyuyordum, oysa kafamda o kadar çok soru var ki artık etrafımda kimsecikler olmasa da olur. Kutsal bir yalnızlığa yürüyorum şimdi.

Bir Adam Girdi Şehre Koşarak, Tarık Tufan

15 Temmuz 2011 Cuma

az buçuk



Bırakıp dünyanın bana olan aşkını
Bir kâğıdın yere düşmesi gibi
Gittim, insanın yanına vardım
Vardım da bulamadım kimseyi.

Her şey kirlenmiş, yeni evliler bile.
İşte tam burada duralım, bu yerde:
Kimin hatrına açıyor açan,
Bildim de diyemedim kimseye.

Yanık seslilerin söylediği sen,
Güneşe saat soran kocamış dünya
Ben senin her şeyini üç kere gördüm
Gördüm de tutamadım aklımda.

Irmak, akar gider, tutamaz ki aklında.

İbrahim Tenekeci

2 Temmuz 2011 Cumartesi

bosna'nın özgürlüğüne giden yol ve aliya izzetbegoviç (II)


Süreci izleyenler sonuçta Bosna'nın bağımsızlığını kazanmasının bir mucize olduğundan söz ettiler. Gerçekten de objektif şekilde incelendiğinde, eldeki verilerle bu sonucun ortaya çıkması aklen imkansızdı. Aliya bu duruma ilişkin görüş ve kararlılığını, isyan eden ve meydan okuyan cümlelerle, savaşın sonlanmasından bir yıl önce Budapeşte'deki AGİT Zire Toplantısı'nda şöyle ifade ediyordu: "İstiklal savaşlarının askeri ve politik tahlillerle açıklanmayacak bir boyutu vardır. Batılı analizcilerin tahminlerinde sürekli yanılmaları da bundandır. Halkımız özgürlüğü için, hatta daha da ötesi hayatta kalmak için savaşıyor. Bu tür savaşlar çok zordur fakat nadiren kaybedilir. Son 50 yıldır hiçbir bağımsızlık savaşı kaybedilmedi. Bizimki niye kaybedilsin ki? Hiç kimse 150.000 askerimizi hangi yöntemle olursa olsun silah bırakmaya zorlayamaz. Hem bizim için hem de kendi iyiliğiniz için bu faktörü hesaba katmanızı tavsiye ediyorum. Bosna dostlarının bu sözlerden alınmayacağını umarım. Diğerlerine gelince, bunca olup bitenden sonra umrumda bile değiller."

Clinton, Thatcher, Yeltsin, Mitterand ön sırada olmak üzere Miloşeviç ve Tujman da dahil bütün batılı devlet başkanları salondaydı ve pek azı Bosna dostuydu. Kendi kamuoyları kendileri gibi düşünüp istemese de pek çok Avrupalı lider, saldırgan tarafları himaye ediyor, Bosna-Hersek Ordusu cephelerde art arda zaferler elde ettiği halde uluslararası platformlarda Bosna yönetimine yenilgiyi kabul edip anlaşmaya oturma yönünde baskı uyguluyorlardı. Zirve toplantısında meydan okumasının sebebi buydu.

Sırbistan ve Hırvatistan'dan doğrudan destekli Çetnik ve Ustaşa güçleriyle Federal Ordu'nun uyguladığı mezalim, bugün herkes tarafından bilinmektedir. Büyük devletlerin ve uluslararası güçlerin savaşta Bosna Hersek aleyhine dolaylı ve doğrudan saldırganlara sağladığı kolaylıkların ve onun ötesinde işbirliği olarak nitelendirilen tutumlarının bir kısmı ise şu ana başlıklar altında toplanabilir;

1) Birleşmiş Milletler tarafından tanınan ve silahlı gücü bulunmayan bir ülkeye, komşu devletler tarafından alenen saldırıda bulunulmuş ve çok zorlama yorumlarla durum sanki bir iç savaşmış gibi takdim edilmiştir.

2) Bosna-Hersek'in uluslararası güç tarafından aktif müdahale ile korunması gerekirken bu yol çeşitli politik manevralarla engellenmiş ve işlerini bir an önce bitirmeleri için saldırgan taraflar lehine sayısız defa ek süreler icat edilmiştir.

3) Güya savaşın yayılmasını engelleme amacıyla Yugoslavya'nın bütününe uygulanan silah ambargosu ile gerçekte yalnızca Bosnalıların kendilerini savunma hakları ellerinden alınarak saldırgan taraflarla dolaylı işbirliği yapılmıştır. Savaştaki en önemli ve kritik uygulama budur.

4) İkinci dünya savaşındaki Nazi toplama kamplarının benzerlerinin Kuzey ve Doğu Bosna'daki yerleri bilindiği halde bu kamplar çok uzun bir süre görmezden gelinmiş, dolayısıyla buralarda tutulan on binlerce kadın ve erkek sivile uygulanan işkence, tecavüz ve cinayetlere müsade edilmiştir.

5) Ülkeye yerleştirilen BM güçlerinin çoğu duruma seyirci kalmış, sivil halkın korunması amacıyla sonraları sözde "güvenli bölge" ilan edilen altı şehirden ikisi BM güçlerince katiller ordusuna teslim edilmiş, Srebrenica ve Zepa'da soykırıma sebebiyet verilmiştir. Ayrıca Bosna-Hersek başbakan yardımcısı Hakiya Turalic, Saraybosna havaalanından dönerken Sırp faşistleri tarafından BM kontrolündeki yolda BM askerlerince korunan zırhlı araç durdurularak şehid edilmiş ve en küçük bir mukavemet gösterilmemiştir. Dışişleri bakanı Dr. İrfan Lyubiyankiç ise içinde bulunduğu helikopterin Çetnikler tarafından düşürülmesiyle şehid edilmiş, yine saldırganlara bir yaptırım uygulanmamıştır.

6) Bugün için sayısı dört yüzü aşan toplu mezarlara ilişkin cürümler uydu görüntüleriyle birçoğu, katliamlar henüz gerçekleştirilmeden saptandığı halde durum görmezden gelinmiştir.

7) Bütün bu olumsuzluklara rağmen dünyada herkesi şaşırtan bir kahramanlık gösteren Bosna halkının savaş esnasında olağanüstü gayretlerle oluşturduğu Bosna-Hersek Ordusu'nun tabloyu tamamen tersine çevirdiği, taarruza geçtiği ve birkaç hafta daha sürdürülmesi halinde ülke topraklarının tamamını düşmandan temizleyeceği kanaati ortaya çıktığında Bosna yönetimi bombalama dahil birçok çeşitli tehditlerle ateşkes yapmaya mecbur bırakılmış ve böylece saldırganlar en kritik zamanda yine kayırılmıştır.

8) Nihayet bütün taraflara kabul ettirilen Dayton Barış Anlaşması ile canilere büyük ikramiye verilmiş, devletin sınırları bütünlüğünü korumakla birlikte ikili bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Toprakların %48.5'i Bosnalı Sırplara verilmiş, karmaşık karar mekanizmalarıyla işletilmeye çalışılan sözüm ona çoğulcu fakat hantal bir delet yapısı meydana getirilmiş, bütün hayati problemler adeta derin dondurucuya atılmıştır.

Rahmetli Aliya, bu anlaşmayı imzalamayı acı bir ilacı içmeye benzetmiş, acılığını saldırgan tarafın yenilgisinin engellenmesi, ilaç nitelemesini ise savaşın, ölümlerin bitmesi ile izah etmiştir. Bir İspanyol gazetecinin, "Size göre savaşı kim kazandı?" sualini ise şöyle cevaplamıştır: "Bizler ahlaki olarak kazananlarız. Askeri galip ise yok. Herkes hem kaybetti hem de kazandı." (Devam edecek)

İhtiyar sayı:6, Bahadır İslam

1 Temmuz 2011 Cuma

biz denize hâlâ inanıyoruz!


ve birlikte ölmek kulağa hoş gelse de
ben atlamayı tercih ediyorum
olur ya denize düşerim
bir gemi geçer

Bittiği vakit çok güzeldi diyebileceği bir hikayesi olmalı insanın. Benim hikayem de bu işte. Toprağın derinliklerine kök salıp koku veren çiçek gibi Mavi Marmara da kalbimin, hayatımın derinliklerine kök saldı. Anneannem, ben daha genç bir delikanlıyken 'Sen sen ol, hiç bir şekilde arkadaşlarını yarı yolsa bırakma!' demişti. Beni gemiye götüren de anneannemin o sözüydü. O sözün sözler içinde bir yeri vardı. O sözü unutursam kendime yabancılaşır, anneannemi de unuturdum. İşte benim 'çok güzeldi' diyebileceğim hikayenin asıl kahramanı anneannem. Sonra kızlarım... Gazzeli Arap kardeşlerine oyuncak bebek gönderen Ayşecik. Bir de Bilge var ve Bilge'nin martısı. Mavi Marmara'daki dokuz şehidi Peygamberimize haber veren martı.

Hikayenin en başına dönecek olursak içimize demir atmış, uzaklara, en uzaklara seyahat eden bir gemi vardı. Sonrası asırların içimizdeki çarpıntısı, atmayan kalbimiz Kudüs... İzinde saklı kaldığımız kimliğimiz. Hayat en güçlü yerlerinden kırılır bazen. Fakat dostlarla yapılacak yolculuğa inanınca kırılmanın, dökülmenin ve hatta parçalanmanın da hiçbir şeyde olmayan kendine özgü bir tadı var. Bir yetim selamı, taze deniz kokusu ve yakıcı bir sabah güneşi... Gazze bunların hepsiydi bizim için. Bir selamımız vardı Gazzeli çocuklara ve mahrem selamımız İmam Şafiî'ye. Selamımızın vekili Allah'tı, biz selamımızı ona emanet ettik.

Aslına bakarsanız Mavi Marmara martılara simit atılmayacak bir gemi de değildi hani, martılar için -onlar denizin sokak çocuklarıdır- diyordu şair. Martılar ki Rasulullah'la aramızdaki irtibat hattıydı. Bir gemi vardı, zulmün gurbetine, bizim içimize seyahat eden. Ve Fettah ismi şerefine asrın kalbini fethe çıkmış gemimiz. Hakan bir şiirin en heyecanlı dizesi oluyordu, Ömer Karaoğlu bir şarkı söylüyordu. Hayat her yanıyla bizden, her yanıyla deniz. Denizse fethin içimize uzayan mavisi. Bosnalı küçük kız Nihada'nın öyküsü zulmün boğazına dayanmış bir bıçaktı elimizde. Küçük general Nafis'in öyküsü de. Tüm coğrafyalarda umudu parıldatan sabırlar düştü payımıza. Zamanın ruhuna dokunduk. Furkan bir yağmur damlasıydı, ciğerimize sızan.

Bu hikaye yerin ve göğün buluşmasının bitmeyene ve bitmeyecek olanın hikayesidir. Her gece kafanızı gökyüzüne kaldırdığınızda bu hikayeden pasajlar okuyacaksınız. Yıldızlara bakmanız yeterli. Çünkü bu, yerin ve göğün ve hepimizin hikayesi.

İhtiyar sayı:6, Ebubekir Kurban

25 Haziran 2011 Cumartesi

follow the map


4 Haziran 2011 Cumartesi

silahlı ve tehlikeli




İleri karakollarında kaderin
Heybeleri yoklanan bir kaçakçıdır halim
Unutunca hayatta kalmak için gereken bilgileri
Gecikme faizi gibi yağınca yağmur
Silahlı ve tehlikeli
Bence derhal ağlıyorsundur

Üstümü tamamlamaz artık günler
Yüzümün yarısında sıkılıp çıkarsın
Böylece boşları toplayan şehir
İki kardeşten uslu olanı gibi yalnız
Az sonra terk edilecek bir kadın kadar
Beklentiye göre değişir

Ama ilk iş gününün yalnızlığıdır ömrüm
Hiç inmediğim otobüslerin yanında at koşturan
Tüm il merkezlerinde bunu sadece ben bilirim
Müsait bir yerde âşık olmuşuzdur
Bunu herkes bilir, ben sonradan öğrenirim
Çünkü arkaya doğru ilerleyen bir çift göz
Yediçeyrekte saçımda donan sudur güzelim

Aslında pişmandır bıçak seninleyken
Çekip gitmiş bir zaafın arkasından
Kafayı üçe vurunca ortaya çıkan ben
Yani telefonda çıkaramadığın adam
Gazinoda klip seyreden er
Ve böylece bir toplama ulaştıysam
Meramımı anlatacak kadar hayatı öğrenmişimdir

Furkan Çalışkan

1 Haziran 2011 Çarşamba

freedom for palestine

17 Mayıs 2011 Salı

hobi


Gitme demiyorum, hobi olarak gene git
Biraz dolaş, hava al, hava ver, ekonomiye can ver
Köpeğini gezdir mesela, parklar hepimizin
Elimde senedin var sen kaybedersin

Kutuna gidebilirsin yahut sinemaya
Hava güzel olacakmış yarın şemsiyeni alma
Sen yokken ben biraz uyurum, elma soyarım
Çıkmışken ceketimi de terziye verirsin

Gitme demiyorum, hobi olarak gene git
Saçlarını boyat, ne bileyim balyaj yaptır
Sahafları dolaş mesela, ucuz oluyormuş
Elimde elinin izi var, yıkarım görürsün bak

Suyuma gidebilirsin yahut yoğurt almaya
Hava sıcak olacakmış yarın öğlene kalma
Sen yokken ben biraz özlerim, çekirdek yerim
Çıkmışken raketimi de servise verirsin

Gitme demiyorum sevgilim, hobi olarak gene git
Hatta Ayı Yogi olarak git, KOBi olarak git mesela, kredi al
Yüzde on büyü, değişiklik olsun

Gitme yani
Bak, hobi lazımsa ben olurum hobi
Gitme
Bir daha söylemiycem

Bahadır Cüneyt Yalçın

16 Mayıs 2011 Pazartesi

iki kere iki kaç?


Felsefede,dinde,ahlâkta ya da siyasette iki kere iki beş edebilirdi ama bir top ya da uçak yapımında dört etmesi gerekti.
1984, George Orwell

15 Mayıs 2011 Pazar

altmış üç yıl

14 Mayıs 2011 Cumartesi

deplasmanda plasebo


Allah'ım kaderimde anarşi ve protesto
Antidepresanlar ve içi boş bir gardırop
Ne de çok yer kaplıyor mesela, Al Pacino
Yardımın gerekiyor Kadıköy'deyim stop.

Allah'ım kaderim bu sentimental ambargo:
Alternatif referans potansiyel salvo yok,
Sadece klostrofobi, hicran türbülans ve şok;
Cariyeler çekilmiş yeraltına cumburlop.

Allah'ım kaderimi sen yazdın sen bilirsin
Kalbim oyuncak mı ne, ne kolay kırılıyor?
"Deplasmandır bu dünya" diyor albino şeyhim
Plasebo yutturuyor bana depresif doktor.

Allah'ım kaderimden şikayetçi değilim
Aksine bahtiyarım evrende bana da rol
Verdiğin için şahsen, Allah'ım bizler senin
Falsolu kullarınız, n'olur bizden razı ol

Murat Menteş

13 Mayıs 2011 Cuma

beni boğmayan denize sarılırım


Düşlerini yüzlerinden okuduğum çocukların rüyalarını görmek istiyorum. Elleri yüzünden dilleri donan çocukların güneşe değil de sınıflarındaki yazı tahtalarına olan uzaklıklarını hesaplardım hayat bilgisi derslerinde. Belki de bu yüzden orta 2. sınıfı şube öğretmenler kararı ile geçtim, lise 1'de sınıfta kaldım. Ve girdiğim devlet parasız yatılılık ve bursluluk sınavlarını kazanamadım. Ama hiç ihmal etmedim tamir tezgahımızdaki mengenenin arasına sıkışmış yeni atlasları bulup uzak sanayi ülkelerinde kaybolmayı. Ustam hep derdi; 'Mengenenin ağzı açık kalsın. Yoksa bereketi kaçar dükkanın.' 'Karınca' duasının vergi levhasının kenarına sıkıştırıldığı tamirci dükkanında karıncalar gibi çalışmamız gerekirdi. İş, karınca gibi çıraklardan, bereket Allah'tan... Allah'tan 'Bereket' diye bir dua var. Yoksa biz nasıl çok ederdik az olanı?

Askerden gelince kendime ait bir tamirhane açarım ümidiyle çalıştığım günlerde öğrendim; insan eli değdikçe çalışma sistemi bozulan elektrikli ev aletlerini eski düzenlerine kavuşturmayı... İnsanın eli ateşe değdikçe daha çabuk bozuluyor düzen. Bilmem kaç devir çamaşır makinelerinin çıkaramayacağı kir ve bilmem kaç wattlık süpürgelerin yutup hazmedemeyeceği ayıp, donup kalıyor suç dolaplarında. Bir gün hepimiz eriyeceğiz! Allah'ım; Nuh'un gemisi senin gemindir şüphesiz. Geminde bize de bir köşe. Dönemediğim köşeye sığınırım... Beni boğmayan denize sarılırım.

Balıkçı barınaklarına çarpıp kırılan dalgalar denize küsmüyorsa kıyıların da bir bildiği vardır elbet. Yaz olunca usta, kalfa, çırak hep beraber gittiğimiz tuzlu sular temizlerdi kirimizi, terimizi... Yaralarımı tuzlu suyla yıkardım. Ustam bilmezdi suyla, yarayla konuşurdum.

Yaradan, sudan vazgeçtim. Artık insan insanla konuşmuyor usta. 'İnsan, insana hiç bunu yapar mı?'

Ben hiç almadım ama haftalıklar dağıtıldıktan sonra güvercin almak için ayrılırdı paralar. Sahi siz hiç villalarda, lüks evlerde güvercin besleyen gördünüz mü? Kenar mahallelerdeki düşük gelirli evlerin teraslarında güvercinler olur. Bir sorsanız güvercinlerin özelliklerini, nasıl aldıklarını Ferrari almış gibi anlatırlar size. Zengin oldukça yalnızlaşıp papağanlarla konuşmak kötüdür değil mi Allah'ım?

Mezar taşlarındaki yazıları okumanın unutkanlık yapacağını söylerdi büyüklerimiz. Mezar taşlarında ne yazdığını ve isimlerini hatırlamasam da anneme götürürken 3 İhlas - 1 Fatiha okuduktan sonra koparırdım mezar çiçeklerini. Bir gün bu 'yazmak' işinden çok zengin olursam ülkemdeki, Bosna'daki, Çeçenistan'daki, Azerbaycan'daki, Ortadoğu'daki, Afrika'daki... bütün mezarlara çiçek ısmarayıp 3 İhlas 1 Fatiha okuyacağım Allah'ım.

Dua için paraya gerek yok değil mi? Yazımı kısa tutuyorum hemen duaya başlıyorum. Samimiyim Allah'ım. Dua, şimdi. Çiçekler edebiyat dergileri çok satınca...

Mezar çiçeklerini sulayan dualar, ilahiler ezberleyerek yürüdüğüm yollarda bulduğum eski takvim yapraklarını katlayıp cebime koyarak geçmişi silerim sandım ömrümün kara tahtasından. Yüzümün ütüsünü bozmadan en çok susanların arasına adımı yazmayı çok istedim. Okul kürsülerinde tebessüm ederek şiir okurken yaşıtlarım, benim tebeşirim kırılıp kalırdı öğretmenin masasında. Ah medeni cesaretim! Okul şarkıları ezberlediğimiz ders kitaplarından değil Müslüm Gürses, Orhan Gencebay... dinlediğim tamirhanelerde öğrendim:

Düşün, tamir edilemeyen, cesaretin de kırılan bir şey olduğunu. Anlatmaya çalıştıklarımın sadece 'Yeşilçam' ile bir ilgisi yok. Ve kimseye kırgın değilim. Şiiri, annemin şiirini çok seviyorum...

Hz.Ömer'i çok özledim. Seni de...

Not: Edebiyat dergilerinin çok satmayacağını ve kalemin patronlara satmadan 'yazmak' işinden çok para kazanılmayacağını biliyorum...

İhtiyar sayı:4, Yasin Kara

8 Mayıs 2011 Pazar

bosna'nın özgürlüğüne giden yol ve aliya izzetbegoviç


Aliya İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam adlı kitabında şöyle söyler; "Allah'ın iradesine teslimiyet, insanların iradelerine karşı bağımsızlık demektir. Allah'a itaat, insana itaati men eder. Böylece insan ile Allah ve dolayısıyla insan ile insan arasında yeni bir münasebet inşa eder."

Aliya'nın dava arkadaşlarıyla birlikte Bosna'yı özgürlüğe taşıyan hayatını tam da bu perspektiften değerlendirmek gerekir. Onun hayatı aynı zamanda Bosna'nın özgürlük mücadelesini anlatır. Son savaş öncesinde kendisine yapılan zulümler bir yönüyle savaşta Bosna'ya da uygulanmıştır.

14 yıl hüküm giydiği, ikinci kez hapse girdiği Saraybosna davasında mahkeme heyetine son söz olarak şunları söylemişti: "Yugoslavya'yı seviyorum ama onun yönetimini değil. Bütün sevgimi özgürlüğe veriyorum. Geriye yetkililer için hiçbir şey kalmıyor. Beyan ederim ki ben bir müslümanım ve hep öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum. Son günüme kadar da öyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adıdır."

Cezasının bitimine 5 yıl kala üst makamlardan içinde pişmanlık ifadeleri bulunan ve rejim hakkında hoş sözler sarf eden bir dilekçe karşılığında serbest bırakılma teklifi aldı. Tabii ki reddetti. Hürriyetine kavuştuktan sonra parti kurma faaliyetlerine girişti. 1990 baharında SDA'nın (Demokratik Eylem Partisi) 39 kurucu üyesi ve kendisi adına "Kırklar Açıklaması" olarak bilinen bildirgeyi okudu.

Özgür bir birey olarak insanı merkeze alan, din, ulus, ırk, dil, cinsiyet, toplumsal statü veya siyasi kanaat farkı gözetmeksizin vatandaşların eşitliğini, özgürlüğünü ve haklarını kayıtsız şartsız tanıyan, yasalarla korunmuş bir demokrasiye vurgu yaparak yasa denetiminde olmayan çoğunluk yönetiminin kaçınılmaz olarak bu çoğunluğun tiranlığına dönüşeceğinin altını çizdi. Yugoslavya'nın federal yapı içinde muhafazasını savundu.

Yapılan ilk seçimleri SDA kazandı. Akabinde Aliya cumhurbaşkanı seçildi. Kısa süre sonra Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlıklarını ilan etti ve Avrupa Topluluğu üyeleri tarafından tanındı. Fiilen Sırp ordusu durumundaki Yugoslavya Federal Ordusu Hırvatistan'a saldırdı ve bu amaçla Bosna Hersek'e iyice yerleşti. Bosna Hersek ve Makedonya'nın bağımsızlık talepleri ise Avrupa Topluluğu üyelerince referandum şartına bağlandı. Bosnalı Sırpların lideri Radovan Karadzic, Bosna bağımsızlığını ilan ederse bunu tanımayacaklarını, Bosna'yı cehenneme çevireceklerini Bosna Hersek Parlamentosu'nda ilan etti. Sırbistan'a ve Federal Ordu'ya güveniyordu. Aliya birinci SDA konresinde "Allah'a yemin ederim ki köle olmayacağız!" cümlesi ile biten konuşmasını yaptı. Bosna Hersek Parlamentosu bağımsızlıkla ilgili referandum yapma kararı aldı. Sırp milletvekilleri oturumu terk etti.

1 Mart 1992'de neticelenen referandumu Bosnalı Sırplar boykot etti. Oylamaya seçmenlerin %63.4'ü katıldı, katılımcıların %99.5'i bağımsızlık yönünde oy kullandı. 5 Nisan 1992'de Avrupa Topluluğu Bosna Hersek'i tanıdı, ertesi gün de ABD, Türkiye ve başka birçok devlet.

Aynı gün Sırp saldırıları başladı. Federal Ordu yani Sırp ordusu zaten Hırvatistan ile süren savaş nedeniyle bütün ülkeye konuşlanmıştı. Sadece üniforma değişikliği yaptılar. Pale kasabasında toplanan Bosna'nın Sırp milletvekilleri, Bosna - Sırp cumhuriyetini ilan ettiler. Çok önceden Sırp gizli servisi tarafından örgütlenmiş paramiliter güçler -ki aralarına katılan binlerce adi suçlu hapishanelerden bu maksatla salıverilmişlerdi- Bosna'daki Sırp faşistlerin de desteğiyle kuzeyde ve Drina boyu denen Doğu Bosna'da sivilleri katletmeye başladılar. İşte verilen 200.000 şehidin dörtte üçü, ilk birkaç ayda bu şekilde verildi. O ana kadar bütün etnik unsurların karışık biçimde yaşadığı büyük yerleşimlerden Müslüman Boşnakların çoğunluğu teşkil ettiği şehirler, içerideki Sırplar terk ettikten sonra ağır silahlarla donatılmış Federal Ordu birliklerince kuşatmaya alınarak yıllar boyu acımasızca bombalandı. Çetnikler, yani Sırp faşistleri, işgal ettikleri bölgede sağ kalanları göçe zorladılar, diğerlerini toplama kamplarına hapsettiler. İşte bütün tüyler ürpertici işkenceler, tecavüzler, cinayetler buralarda uygulandı.

Bu arada Ustaşalar, yani Hırvat faşistleri de benzeri mezalimi Hırvatistan'a yakın Mostar ve Batı Hersek bölgesinde icra ettiler. Merhum Aliya'nın ifadesiyle Boşnakları ve onları destekleyen Sırp ve Hırvat demokratlarını arkadan hançerlediler. Tabi ki onlar da komşu Hırvatistan'dan destek gördüler. Bu şartlar içinde, ve bir savaşta ihtiyaç duyulabilecek her şeyden yoksun olarak bir direniş başladı, gelişti, büyüdü. Detayına girildiği taktirde hakkında yüzlerce, binlerce kitap yazılabilecek, film, tiyatro, belgesel ve edebi eser üretilebilecek kadar zulüm ve kahramanlıkla dolu bir tarih yaşandı Bosna'da, özellikle 1992-1996 arasında...


İhtiyar sayı:5, Bahadır İslam