ihtiyar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ihtiyar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Temmuz 2011 Cumartesi

bosna'nın özgürlüğüne giden yol ve aliya izzetbegoviç (II)


Süreci izleyenler sonuçta Bosna'nın bağımsızlığını kazanmasının bir mucize olduğundan söz ettiler. Gerçekten de objektif şekilde incelendiğinde, eldeki verilerle bu sonucun ortaya çıkması aklen imkansızdı. Aliya bu duruma ilişkin görüş ve kararlılığını, isyan eden ve meydan okuyan cümlelerle, savaşın sonlanmasından bir yıl önce Budapeşte'deki AGİT Zire Toplantısı'nda şöyle ifade ediyordu: "İstiklal savaşlarının askeri ve politik tahlillerle açıklanmayacak bir boyutu vardır. Batılı analizcilerin tahminlerinde sürekli yanılmaları da bundandır. Halkımız özgürlüğü için, hatta daha da ötesi hayatta kalmak için savaşıyor. Bu tür savaşlar çok zordur fakat nadiren kaybedilir. Son 50 yıldır hiçbir bağımsızlık savaşı kaybedilmedi. Bizimki niye kaybedilsin ki? Hiç kimse 150.000 askerimizi hangi yöntemle olursa olsun silah bırakmaya zorlayamaz. Hem bizim için hem de kendi iyiliğiniz için bu faktörü hesaba katmanızı tavsiye ediyorum. Bosna dostlarının bu sözlerden alınmayacağını umarım. Diğerlerine gelince, bunca olup bitenden sonra umrumda bile değiller."

Clinton, Thatcher, Yeltsin, Mitterand ön sırada olmak üzere Miloşeviç ve Tujman da dahil bütün batılı devlet başkanları salondaydı ve pek azı Bosna dostuydu. Kendi kamuoyları kendileri gibi düşünüp istemese de pek çok Avrupalı lider, saldırgan tarafları himaye ediyor, Bosna-Hersek Ordusu cephelerde art arda zaferler elde ettiği halde uluslararası platformlarda Bosna yönetimine yenilgiyi kabul edip anlaşmaya oturma yönünde baskı uyguluyorlardı. Zirve toplantısında meydan okumasının sebebi buydu.

Sırbistan ve Hırvatistan'dan doğrudan destekli Çetnik ve Ustaşa güçleriyle Federal Ordu'nun uyguladığı mezalim, bugün herkes tarafından bilinmektedir. Büyük devletlerin ve uluslararası güçlerin savaşta Bosna Hersek aleyhine dolaylı ve doğrudan saldırganlara sağladığı kolaylıkların ve onun ötesinde işbirliği olarak nitelendirilen tutumlarının bir kısmı ise şu ana başlıklar altında toplanabilir;

1) Birleşmiş Milletler tarafından tanınan ve silahlı gücü bulunmayan bir ülkeye, komşu devletler tarafından alenen saldırıda bulunulmuş ve çok zorlama yorumlarla durum sanki bir iç savaşmış gibi takdim edilmiştir.

2) Bosna-Hersek'in uluslararası güç tarafından aktif müdahale ile korunması gerekirken bu yol çeşitli politik manevralarla engellenmiş ve işlerini bir an önce bitirmeleri için saldırgan taraflar lehine sayısız defa ek süreler icat edilmiştir.

3) Güya savaşın yayılmasını engelleme amacıyla Yugoslavya'nın bütününe uygulanan silah ambargosu ile gerçekte yalnızca Bosnalıların kendilerini savunma hakları ellerinden alınarak saldırgan taraflarla dolaylı işbirliği yapılmıştır. Savaştaki en önemli ve kritik uygulama budur.

4) İkinci dünya savaşındaki Nazi toplama kamplarının benzerlerinin Kuzey ve Doğu Bosna'daki yerleri bilindiği halde bu kamplar çok uzun bir süre görmezden gelinmiş, dolayısıyla buralarda tutulan on binlerce kadın ve erkek sivile uygulanan işkence, tecavüz ve cinayetlere müsade edilmiştir.

5) Ülkeye yerleştirilen BM güçlerinin çoğu duruma seyirci kalmış, sivil halkın korunması amacıyla sonraları sözde "güvenli bölge" ilan edilen altı şehirden ikisi BM güçlerince katiller ordusuna teslim edilmiş, Srebrenica ve Zepa'da soykırıma sebebiyet verilmiştir. Ayrıca Bosna-Hersek başbakan yardımcısı Hakiya Turalic, Saraybosna havaalanından dönerken Sırp faşistleri tarafından BM kontrolündeki yolda BM askerlerince korunan zırhlı araç durdurularak şehid edilmiş ve en küçük bir mukavemet gösterilmemiştir. Dışişleri bakanı Dr. İrfan Lyubiyankiç ise içinde bulunduğu helikopterin Çetnikler tarafından düşürülmesiyle şehid edilmiş, yine saldırganlara bir yaptırım uygulanmamıştır.

6) Bugün için sayısı dört yüzü aşan toplu mezarlara ilişkin cürümler uydu görüntüleriyle birçoğu, katliamlar henüz gerçekleştirilmeden saptandığı halde durum görmezden gelinmiştir.

7) Bütün bu olumsuzluklara rağmen dünyada herkesi şaşırtan bir kahramanlık gösteren Bosna halkının savaş esnasında olağanüstü gayretlerle oluşturduğu Bosna-Hersek Ordusu'nun tabloyu tamamen tersine çevirdiği, taarruza geçtiği ve birkaç hafta daha sürdürülmesi halinde ülke topraklarının tamamını düşmandan temizleyeceği kanaati ortaya çıktığında Bosna yönetimi bombalama dahil birçok çeşitli tehditlerle ateşkes yapmaya mecbur bırakılmış ve böylece saldırganlar en kritik zamanda yine kayırılmıştır.

8) Nihayet bütün taraflara kabul ettirilen Dayton Barış Anlaşması ile canilere büyük ikramiye verilmiş, devletin sınırları bütünlüğünü korumakla birlikte ikili bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Toprakların %48.5'i Bosnalı Sırplara verilmiş, karmaşık karar mekanizmalarıyla işletilmeye çalışılan sözüm ona çoğulcu fakat hantal bir delet yapısı meydana getirilmiş, bütün hayati problemler adeta derin dondurucuya atılmıştır.

Rahmetli Aliya, bu anlaşmayı imzalamayı acı bir ilacı içmeye benzetmiş, acılığını saldırgan tarafın yenilgisinin engellenmesi, ilaç nitelemesini ise savaşın, ölümlerin bitmesi ile izah etmiştir. Bir İspanyol gazetecinin, "Size göre savaşı kim kazandı?" sualini ise şöyle cevaplamıştır: "Bizler ahlaki olarak kazananlarız. Askeri galip ise yok. Herkes hem kaybetti hem de kazandı." (Devam edecek)

İhtiyar sayı:6, Bahadır İslam

1 Temmuz 2011 Cuma

biz denize hâlâ inanıyoruz!


ve birlikte ölmek kulağa hoş gelse de
ben atlamayı tercih ediyorum
olur ya denize düşerim
bir gemi geçer

Bittiği vakit çok güzeldi diyebileceği bir hikayesi olmalı insanın. Benim hikayem de bu işte. Toprağın derinliklerine kök salıp koku veren çiçek gibi Mavi Marmara da kalbimin, hayatımın derinliklerine kök saldı. Anneannem, ben daha genç bir delikanlıyken 'Sen sen ol, hiç bir şekilde arkadaşlarını yarı yolsa bırakma!' demişti. Beni gemiye götüren de anneannemin o sözüydü. O sözün sözler içinde bir yeri vardı. O sözü unutursam kendime yabancılaşır, anneannemi de unuturdum. İşte benim 'çok güzeldi' diyebileceğim hikayenin asıl kahramanı anneannem. Sonra kızlarım... Gazzeli Arap kardeşlerine oyuncak bebek gönderen Ayşecik. Bir de Bilge var ve Bilge'nin martısı. Mavi Marmara'daki dokuz şehidi Peygamberimize haber veren martı.

Hikayenin en başına dönecek olursak içimize demir atmış, uzaklara, en uzaklara seyahat eden bir gemi vardı. Sonrası asırların içimizdeki çarpıntısı, atmayan kalbimiz Kudüs... İzinde saklı kaldığımız kimliğimiz. Hayat en güçlü yerlerinden kırılır bazen. Fakat dostlarla yapılacak yolculuğa inanınca kırılmanın, dökülmenin ve hatta parçalanmanın da hiçbir şeyde olmayan kendine özgü bir tadı var. Bir yetim selamı, taze deniz kokusu ve yakıcı bir sabah güneşi... Gazze bunların hepsiydi bizim için. Bir selamımız vardı Gazzeli çocuklara ve mahrem selamımız İmam Şafiî'ye. Selamımızın vekili Allah'tı, biz selamımızı ona emanet ettik.

Aslına bakarsanız Mavi Marmara martılara simit atılmayacak bir gemi de değildi hani, martılar için -onlar denizin sokak çocuklarıdır- diyordu şair. Martılar ki Rasulullah'la aramızdaki irtibat hattıydı. Bir gemi vardı, zulmün gurbetine, bizim içimize seyahat eden. Ve Fettah ismi şerefine asrın kalbini fethe çıkmış gemimiz. Hakan bir şiirin en heyecanlı dizesi oluyordu, Ömer Karaoğlu bir şarkı söylüyordu. Hayat her yanıyla bizden, her yanıyla deniz. Denizse fethin içimize uzayan mavisi. Bosnalı küçük kız Nihada'nın öyküsü zulmün boğazına dayanmış bir bıçaktı elimizde. Küçük general Nafis'in öyküsü de. Tüm coğrafyalarda umudu parıldatan sabırlar düştü payımıza. Zamanın ruhuna dokunduk. Furkan bir yağmur damlasıydı, ciğerimize sızan.

Bu hikaye yerin ve göğün buluşmasının bitmeyene ve bitmeyecek olanın hikayesidir. Her gece kafanızı gökyüzüne kaldırdığınızda bu hikayeden pasajlar okuyacaksınız. Yıldızlara bakmanız yeterli. Çünkü bu, yerin ve göğün ve hepimizin hikayesi.

İhtiyar sayı:6, Ebubekir Kurban

13 Mayıs 2011 Cuma

beni boğmayan denize sarılırım


Düşlerini yüzlerinden okuduğum çocukların rüyalarını görmek istiyorum. Elleri yüzünden dilleri donan çocukların güneşe değil de sınıflarındaki yazı tahtalarına olan uzaklıklarını hesaplardım hayat bilgisi derslerinde. Belki de bu yüzden orta 2. sınıfı şube öğretmenler kararı ile geçtim, lise 1'de sınıfta kaldım. Ve girdiğim devlet parasız yatılılık ve bursluluk sınavlarını kazanamadım. Ama hiç ihmal etmedim tamir tezgahımızdaki mengenenin arasına sıkışmış yeni atlasları bulup uzak sanayi ülkelerinde kaybolmayı. Ustam hep derdi; 'Mengenenin ağzı açık kalsın. Yoksa bereketi kaçar dükkanın.' 'Karınca' duasının vergi levhasının kenarına sıkıştırıldığı tamirci dükkanında karıncalar gibi çalışmamız gerekirdi. İş, karınca gibi çıraklardan, bereket Allah'tan... Allah'tan 'Bereket' diye bir dua var. Yoksa biz nasıl çok ederdik az olanı?

Askerden gelince kendime ait bir tamirhane açarım ümidiyle çalıştığım günlerde öğrendim; insan eli değdikçe çalışma sistemi bozulan elektrikli ev aletlerini eski düzenlerine kavuşturmayı... İnsanın eli ateşe değdikçe daha çabuk bozuluyor düzen. Bilmem kaç devir çamaşır makinelerinin çıkaramayacağı kir ve bilmem kaç wattlık süpürgelerin yutup hazmedemeyeceği ayıp, donup kalıyor suç dolaplarında. Bir gün hepimiz eriyeceğiz! Allah'ım; Nuh'un gemisi senin gemindir şüphesiz. Geminde bize de bir köşe. Dönemediğim köşeye sığınırım... Beni boğmayan denize sarılırım.

Balıkçı barınaklarına çarpıp kırılan dalgalar denize küsmüyorsa kıyıların da bir bildiği vardır elbet. Yaz olunca usta, kalfa, çırak hep beraber gittiğimiz tuzlu sular temizlerdi kirimizi, terimizi... Yaralarımı tuzlu suyla yıkardım. Ustam bilmezdi suyla, yarayla konuşurdum.

Yaradan, sudan vazgeçtim. Artık insan insanla konuşmuyor usta. 'İnsan, insana hiç bunu yapar mı?'

Ben hiç almadım ama haftalıklar dağıtıldıktan sonra güvercin almak için ayrılırdı paralar. Sahi siz hiç villalarda, lüks evlerde güvercin besleyen gördünüz mü? Kenar mahallelerdeki düşük gelirli evlerin teraslarında güvercinler olur. Bir sorsanız güvercinlerin özelliklerini, nasıl aldıklarını Ferrari almış gibi anlatırlar size. Zengin oldukça yalnızlaşıp papağanlarla konuşmak kötüdür değil mi Allah'ım?

Mezar taşlarındaki yazıları okumanın unutkanlık yapacağını söylerdi büyüklerimiz. Mezar taşlarında ne yazdığını ve isimlerini hatırlamasam da anneme götürürken 3 İhlas - 1 Fatiha okuduktan sonra koparırdım mezar çiçeklerini. Bir gün bu 'yazmak' işinden çok zengin olursam ülkemdeki, Bosna'daki, Çeçenistan'daki, Azerbaycan'daki, Ortadoğu'daki, Afrika'daki... bütün mezarlara çiçek ısmarayıp 3 İhlas 1 Fatiha okuyacağım Allah'ım.

Dua için paraya gerek yok değil mi? Yazımı kısa tutuyorum hemen duaya başlıyorum. Samimiyim Allah'ım. Dua, şimdi. Çiçekler edebiyat dergileri çok satınca...

Mezar çiçeklerini sulayan dualar, ilahiler ezberleyerek yürüdüğüm yollarda bulduğum eski takvim yapraklarını katlayıp cebime koyarak geçmişi silerim sandım ömrümün kara tahtasından. Yüzümün ütüsünü bozmadan en çok susanların arasına adımı yazmayı çok istedim. Okul kürsülerinde tebessüm ederek şiir okurken yaşıtlarım, benim tebeşirim kırılıp kalırdı öğretmenin masasında. Ah medeni cesaretim! Okul şarkıları ezberlediğimiz ders kitaplarından değil Müslüm Gürses, Orhan Gencebay... dinlediğim tamirhanelerde öğrendim:

Düşün, tamir edilemeyen, cesaretin de kırılan bir şey olduğunu. Anlatmaya çalıştıklarımın sadece 'Yeşilçam' ile bir ilgisi yok. Ve kimseye kırgın değilim. Şiiri, annemin şiirini çok seviyorum...

Hz.Ömer'i çok özledim. Seni de...

Not: Edebiyat dergilerinin çok satmayacağını ve kalemin patronlara satmadan 'yazmak' işinden çok para kazanılmayacağını biliyorum...

İhtiyar sayı:4, Yasin Kara

8 Mayıs 2011 Pazar

bosna'nın özgürlüğüne giden yol ve aliya izzetbegoviç


Aliya İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam adlı kitabında şöyle söyler; "Allah'ın iradesine teslimiyet, insanların iradelerine karşı bağımsızlık demektir. Allah'a itaat, insana itaati men eder. Böylece insan ile Allah ve dolayısıyla insan ile insan arasında yeni bir münasebet inşa eder."

Aliya'nın dava arkadaşlarıyla birlikte Bosna'yı özgürlüğe taşıyan hayatını tam da bu perspektiften değerlendirmek gerekir. Onun hayatı aynı zamanda Bosna'nın özgürlük mücadelesini anlatır. Son savaş öncesinde kendisine yapılan zulümler bir yönüyle savaşta Bosna'ya da uygulanmıştır.

14 yıl hüküm giydiği, ikinci kez hapse girdiği Saraybosna davasında mahkeme heyetine son söz olarak şunları söylemişti: "Yugoslavya'yı seviyorum ama onun yönetimini değil. Bütün sevgimi özgürlüğe veriyorum. Geriye yetkililer için hiçbir şey kalmıyor. Beyan ederim ki ben bir müslümanım ve hep öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum. Son günüme kadar da öyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adıdır."

Cezasının bitimine 5 yıl kala üst makamlardan içinde pişmanlık ifadeleri bulunan ve rejim hakkında hoş sözler sarf eden bir dilekçe karşılığında serbest bırakılma teklifi aldı. Tabii ki reddetti. Hürriyetine kavuştuktan sonra parti kurma faaliyetlerine girişti. 1990 baharında SDA'nın (Demokratik Eylem Partisi) 39 kurucu üyesi ve kendisi adına "Kırklar Açıklaması" olarak bilinen bildirgeyi okudu.

Özgür bir birey olarak insanı merkeze alan, din, ulus, ırk, dil, cinsiyet, toplumsal statü veya siyasi kanaat farkı gözetmeksizin vatandaşların eşitliğini, özgürlüğünü ve haklarını kayıtsız şartsız tanıyan, yasalarla korunmuş bir demokrasiye vurgu yaparak yasa denetiminde olmayan çoğunluk yönetiminin kaçınılmaz olarak bu çoğunluğun tiranlığına dönüşeceğinin altını çizdi. Yugoslavya'nın federal yapı içinde muhafazasını savundu.

Yapılan ilk seçimleri SDA kazandı. Akabinde Aliya cumhurbaşkanı seçildi. Kısa süre sonra Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlıklarını ilan etti ve Avrupa Topluluğu üyeleri tarafından tanındı. Fiilen Sırp ordusu durumundaki Yugoslavya Federal Ordusu Hırvatistan'a saldırdı ve bu amaçla Bosna Hersek'e iyice yerleşti. Bosna Hersek ve Makedonya'nın bağımsızlık talepleri ise Avrupa Topluluğu üyelerince referandum şartına bağlandı. Bosnalı Sırpların lideri Radovan Karadzic, Bosna bağımsızlığını ilan ederse bunu tanımayacaklarını, Bosna'yı cehenneme çevireceklerini Bosna Hersek Parlamentosu'nda ilan etti. Sırbistan'a ve Federal Ordu'ya güveniyordu. Aliya birinci SDA konresinde "Allah'a yemin ederim ki köle olmayacağız!" cümlesi ile biten konuşmasını yaptı. Bosna Hersek Parlamentosu bağımsızlıkla ilgili referandum yapma kararı aldı. Sırp milletvekilleri oturumu terk etti.

1 Mart 1992'de neticelenen referandumu Bosnalı Sırplar boykot etti. Oylamaya seçmenlerin %63.4'ü katıldı, katılımcıların %99.5'i bağımsızlık yönünde oy kullandı. 5 Nisan 1992'de Avrupa Topluluğu Bosna Hersek'i tanıdı, ertesi gün de ABD, Türkiye ve başka birçok devlet.

Aynı gün Sırp saldırıları başladı. Federal Ordu yani Sırp ordusu zaten Hırvatistan ile süren savaş nedeniyle bütün ülkeye konuşlanmıştı. Sadece üniforma değişikliği yaptılar. Pale kasabasında toplanan Bosna'nın Sırp milletvekilleri, Bosna - Sırp cumhuriyetini ilan ettiler. Çok önceden Sırp gizli servisi tarafından örgütlenmiş paramiliter güçler -ki aralarına katılan binlerce adi suçlu hapishanelerden bu maksatla salıverilmişlerdi- Bosna'daki Sırp faşistlerin de desteğiyle kuzeyde ve Drina boyu denen Doğu Bosna'da sivilleri katletmeye başladılar. İşte verilen 200.000 şehidin dörtte üçü, ilk birkaç ayda bu şekilde verildi. O ana kadar bütün etnik unsurların karışık biçimde yaşadığı büyük yerleşimlerden Müslüman Boşnakların çoğunluğu teşkil ettiği şehirler, içerideki Sırplar terk ettikten sonra ağır silahlarla donatılmış Federal Ordu birliklerince kuşatmaya alınarak yıllar boyu acımasızca bombalandı. Çetnikler, yani Sırp faşistleri, işgal ettikleri bölgede sağ kalanları göçe zorladılar, diğerlerini toplama kamplarına hapsettiler. İşte bütün tüyler ürpertici işkenceler, tecavüzler, cinayetler buralarda uygulandı.

Bu arada Ustaşalar, yani Hırvat faşistleri de benzeri mezalimi Hırvatistan'a yakın Mostar ve Batı Hersek bölgesinde icra ettiler. Merhum Aliya'nın ifadesiyle Boşnakları ve onları destekleyen Sırp ve Hırvat demokratlarını arkadan hançerlediler. Tabi ki onlar da komşu Hırvatistan'dan destek gördüler. Bu şartlar içinde, ve bir savaşta ihtiyaç duyulabilecek her şeyden yoksun olarak bir direniş başladı, gelişti, büyüdü. Detayına girildiği taktirde hakkında yüzlerce, binlerce kitap yazılabilecek, film, tiyatro, belgesel ve edebi eser üretilebilecek kadar zulüm ve kahramanlıkla dolu bir tarih yaşandı Bosna'da, özellikle 1992-1996 arasında...


İhtiyar sayı:5, Bahadır İslam