1 Temmuz 2011 Cuma

biz denize hâlâ inanıyoruz!


ve birlikte ölmek kulağa hoş gelse de
ben atlamayı tercih ediyorum
olur ya denize düşerim
bir gemi geçer

Bittiği vakit çok güzeldi diyebileceği bir hikayesi olmalı insanın. Benim hikayem de bu işte. Toprağın derinliklerine kök salıp koku veren çiçek gibi Mavi Marmara da kalbimin, hayatımın derinliklerine kök saldı. Anneannem, ben daha genç bir delikanlıyken 'Sen sen ol, hiç bir şekilde arkadaşlarını yarı yolsa bırakma!' demişti. Beni gemiye götüren de anneannemin o sözüydü. O sözün sözler içinde bir yeri vardı. O sözü unutursam kendime yabancılaşır, anneannemi de unuturdum. İşte benim 'çok güzeldi' diyebileceğim hikayenin asıl kahramanı anneannem. Sonra kızlarım... Gazzeli Arap kardeşlerine oyuncak bebek gönderen Ayşecik. Bir de Bilge var ve Bilge'nin martısı. Mavi Marmara'daki dokuz şehidi Peygamberimize haber veren martı.

Hikayenin en başına dönecek olursak içimize demir atmış, uzaklara, en uzaklara seyahat eden bir gemi vardı. Sonrası asırların içimizdeki çarpıntısı, atmayan kalbimiz Kudüs... İzinde saklı kaldığımız kimliğimiz. Hayat en güçlü yerlerinden kırılır bazen. Fakat dostlarla yapılacak yolculuğa inanınca kırılmanın, dökülmenin ve hatta parçalanmanın da hiçbir şeyde olmayan kendine özgü bir tadı var. Bir yetim selamı, taze deniz kokusu ve yakıcı bir sabah güneşi... Gazze bunların hepsiydi bizim için. Bir selamımız vardı Gazzeli çocuklara ve mahrem selamımız İmam Şafiî'ye. Selamımızın vekili Allah'tı, biz selamımızı ona emanet ettik.

Aslına bakarsanız Mavi Marmara martılara simit atılmayacak bir gemi de değildi hani, martılar için -onlar denizin sokak çocuklarıdır- diyordu şair. Martılar ki Rasulullah'la aramızdaki irtibat hattıydı. Bir gemi vardı, zulmün gurbetine, bizim içimize seyahat eden. Ve Fettah ismi şerefine asrın kalbini fethe çıkmış gemimiz. Hakan bir şiirin en heyecanlı dizesi oluyordu, Ömer Karaoğlu bir şarkı söylüyordu. Hayat her yanıyla bizden, her yanıyla deniz. Denizse fethin içimize uzayan mavisi. Bosnalı küçük kız Nihada'nın öyküsü zulmün boğazına dayanmış bir bıçaktı elimizde. Küçük general Nafis'in öyküsü de. Tüm coğrafyalarda umudu parıldatan sabırlar düştü payımıza. Zamanın ruhuna dokunduk. Furkan bir yağmur damlasıydı, ciğerimize sızan.

Bu hikaye yerin ve göğün buluşmasının bitmeyene ve bitmeyecek olanın hikayesidir. Her gece kafanızı gökyüzüne kaldırdığınızda bu hikayeden pasajlar okuyacaksınız. Yıldızlara bakmanız yeterli. Çünkü bu, yerin ve göğün ve hepimizin hikayesi.

İhtiyar sayı:6, Ebubekir Kurban

0 yorum: