30 Mayıs 2012 Çarşamba

bayrak yarışı


Akşam oluyordu, sınıfa bir gariplik çökmüştü. Bana yeni devredilen talebelerimin yüzlerine şöyle bir baktım. Bir kütle olduklarını düşünürüm onların; yalnız ön sırada oturanlar biraz insana benzer, ötekiler onları saran bir yığındır. Ben de ön sıraya baktım, şöyle bir baktım yani. Onların bakışları, her zamanki gibi donuktu, ifadesizdi; ama, gene her zamanki gibi, bilinmeyene karşı duyulan korkuyla doluydu: Beni tanımak istiyorlardı. "Hocamız rahatsız," dedim onlara. "Biz" diliyle konuşuyordum her zamanki gibi: "Bir süre birlikte yürüteceğiz dersleri." Biri, arka sıralardan biri adımı sordu. Tahtaya yazdım. Sonra profesör olduğumu da öğrendiler. Bunları hep arka sıradakiler sordu. Ön sıradakiler daha ciddi görünmeye çalışırlardı. Onlar da hangi kitapları tavsiye edeceğimi sordular. Refik Beyin kitabı yoktu: kitabın icadından önce profesör olmuştu. Benim kitabım vardı. Biraz ısrar etmelerini bekledikten sonra kitabımın adını da yazdım tahtaya. Yılda bir iki kere yayımlanan dergilerde de bazı makalelerim çıkmıştı. Uzak ülkelerde yaşayan ve matematik dünyasında bile çok az kişiyi ilgilendiren konularla uğraşan meslektaşlarımın işine yarayabilecek şeyler... bilim denizinde sonsuz küçük birkaç nokta... Başka araştırmalarda, 'Prof. S. Gözbudak'ın aynı konudaki araştırması' şeklinde bir dip notu... Bunların adlarını tahtaya yazmadım tabii. Henüz o kadar kendimden geçmemiştim. Başka kitap adları da yazdım: tavsiyelerime tarafsız bir görünüm vermek için. "Siz hangisini tavsiye edersiniz?" diye sordu ön sıradan biri. Hep bunu sorarlardı. Talebe denilen şekilsiz kütle her yıl başkalaşır; fakat içlerinden bazıları sanki yarıştaki bayrak gibi yıldan yıla hiç değişmeden aktarılırdı. Bu öğrenciyi sanki yıllardır tanıyordum. Sanki yıllardır aynı soruyu bıkmadan usanmadan soruyordu bana. Ben de yıllardır gene bir bayrak gibi taşıdığım, "Kendi kitabımı tavsiye etmem," karşılığını verecektim ve yıllardır değişmeyen biçimde gülünecekti cevabıma. Ne bitmez bir bayrak yarışıydı bu, Allahım!

Eylembilim, Oğuz Atay 

12 Mayıs 2012 Cumartesi

kuş koysunlar yoluna

11 Mayıs 2012 Cuma

sosyalist blok


"Sosyalist blokta" 1989'da başlayan dramatik değişmenin belli bir geçmişi olduğunu söylemek bile fazla. Şimdi değindiğimiz gibi olayın başlangıcı 1960'lı yıllara (yumuşama dönemi) kadar geriye gitmektedir. Yumuşama döneminde ilk fark edilen faktör, sosyalist ülkelerin teknoloji alanında Batı'nın, özellikle ABD'nin en az 30 yıl, bazı sektörlerde 40 yıl gerisinde kaldığı gerçeği idi. Artı, üretim ve tüketim alışkanlıklarının da Batı âlemi standartlarına göre az gelişmiş düzeyde seyretmesi vakıası idi. İşte sosyalist blokun teknolojik yönden geri kalmışlığı, üretim ve tüketim harcamalarında belli bir düzeyi tutturamamış olmasından doğan boşluk, Batı'nın çok uluslu şirketlerince doldurulmuştur. Başka bir söyleyişle, çok uluslu şirketler sosyalist ülkelere yatırım teklifleriyle geldiklerinde, ilkin belli bir tepkiyle karşılaşmışlar ise de, olayın vahameti (yani sosyalist blokun geri kalmışlığı) kısa sürede anlaşılmış ve kabul görmüştür. 1989'da başlayan fiilî çözülmenin temelinde söz konusu iktisadî - ticarî - teknolojik amillerin rolü bulunduğu teslim edilmelidir. Bu gerçeği Yugoslavya, daha Tito zamanında görmüş ve daha o zamandan (tepkilere rağmen) kapılarını Batı sermayesine açmıştı. Bu olayı bir başka anlamı, Yugoslavya'nın Sovyetler Birliği'nden, daha o tarihlerde, bağımsız hareket etme arzusu ve iradesi olarak yorumlanmalıdır. O tarihlerde sosyalist ülkelere ve ilkelere ihanetle suçlanan Yugoslavya'yı çok geçmeden bütün Sovyet ülkeleri izlemiştir. Daha 1989'da görünen manzara şu idi: Sosyalist bloka mensup ülkelerin insanları, kapitalist âlemin pazarı haline gelecekti. Bu durumda 1. Sosyalist ülke insanlarının bazı özlemlerini (üretim ve tüketim düzeylerinin yükseltilmesi) tatmin edecek, 2. Kapitalistlere de hem yeni pazarlar edinmek, hem yeni yatırım mekânları sağlamak suretiyle kârlarını katlama fırsatını kazandıracak bir değişimin arifesinde bulunuyorduk.

Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti, Rasim Özdenören

8 Mayıs 2012 Salı

zincirleme kaza



Kapitalizmin temel özelliği faizli sistem olmasıdır. Ve bütün sorunların anası da faizdir. Faiz, üretim maliyetinin yükselmesine yol açar, üretim maliyetinin yüksekliği fiyatın yükselmesini doğurur, fiyatın yükselmesi talebi azaltır, talebin azalması üretimi azaltır, üretimin azalması bazı işçilerin işine son verilmesini gerektirir, bu durum toplum çapında işsizlik demektir. Öte yandan, bu toplumda yaşayan insanların her şeye rağmen satın alma güçlerini desteklemek gerekir, bu destek ancak suni yollardan sağlanabilir (emisyon hacminin genişletilmesi, yani karşılıksız para basımı suretiyle), işte burada ikinci bir handikaba, enflasyon handikabına girilir. Enflasyonun ve işsizliğin olduğu bir toplumda akla gelebilecek her tür suç ika edilir ve suç işlemek o toplumun günlük yaşantısı içinde yer alır. Bu suçlar illa cebir ve şiddet yoluyla işlenenler olmayabilir, kuşkusuz o da vardır, ama onun yanında “beyaz yaka suçları” denilen ve genelde ülkenin yönetimini elinde tutan politikacılar ve bürokratlar tarafından işlenen suçlarda artış görülür.

Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti, Rasim Özdenören