Aydın, toplumun genelinin dışına çıkan, sıradışı olan ve toplumun genelinden farklı talepleri, zevkleri, düşünceleri, felsefesi ve vizyonu olan insan demektir. O yüzden aydın olmak özel bir şeydir. Ama aydının yapmaması gereken bir şey vardır, kendi özel durumunu siyasi bir dile tercüme etmek... "Ben çok özelim, çok iyiyim, toplumsal ortalamanın çok üstündeyim, o halde yönetim hakkı bana aittir. Siyaseti ben belirlerim, anayasanın ne olması gerektiğine ben karar veririm" dememelidir. Bunu dediği andan itibaren o aydından bir "despot" meydana gelir. Örneğin, Yalçın Küçük Aydınlar Üzerine Tezler adlı kitabında şöyle diyor: "Türk aydınının tarihi yenilik düşmanı bir halkı yenilikçi yapmanın tarihidir." Aydının her zaman toplumu belli ölçülerde aydınlatma sorumluluğu vardır. Fakat bu sorumluluk aydına toplum üzerinde hiyerarşik bir yetki sağlamaz. Yani, siz aydın olabilirsiniz, bir sorumluluğunuz da olabilir. Toplumun geneli, toplumun ortalaması, politik ve kültürel olarak geride olabilir ve siz onlara bir şeyler anlatabilirsiniz. Ama sizin onlara bir şeyleri anlatabiliyor olmanız veya anlatabilecek olan bilgiye sahip olmanız, size o toplum üzerinde hegemonya kurma hakkını, halkı düşman görme yetkisini vermez. Aydın, toplum üzerinde böyle bir hegemonya kurmaya başladığı zaman şöyle bir tablo kaçınılmaz olarak gözler önüne serilir:
Aydın, despota ve halk düşmanına dönüşür. Aydın bu işe iyi niyetle başlasa da daima kendisinin aydın, halkın ise cahil olduğuna yönelik bir genel kabulden hareket ettiği için aradan yıllar geçer ve zamanla kendisi toplumun gerisinde kalır, ancak bunu fark etmez. Kendisinin toplumun gerisinde kalabileceğine ihtimal vermediğinden dolayı kendinden uzaklaşan toplumun karanlığa doğru gittiğini düşünmeye başlar. Aydın ile geri kalmış olan bir toplum arasındaki ilişkiyi mağaradakilerin yaşadığı bir ilişki olarak değerlendirelim; aydın o mağara içerisinde bir mum yakabilen kişidir. Ve o mumla toplumu güneşe götürme sorumluluğu ona aittir. Aydın, toplumu gün yüzüne çıkarmak gibi bir görevi yerine getirmeyip "Ben mumu yakıyorum o halde herkes sürekli benim etrafımda toplanmalı ve ben ne diyorsam onu yapmalı" derse; o toplum, zaman içerisinde "Bir mum yetmez bize" diye düşünerek arayışlara başlar. Toplum, gün yüzünün dışarda olduğunu görür, mağaradan çıkma yollarını araştırır ve bulur. Aydın ise elinde mumu tutarak toplumun karanlığa sürüklendiğini düşünür, onu cehaletle suçlar. Oysaki toplum karşısında gericileştiğini fark etmez. Elinde imkan olduğu sürece, toplumu durdurmayı "aydın sorumluluğu" olarak meşrulaştırmaya çalışır. Yaşadığı ise bir trajedidir aslında...
Darbe Yargısının Sonu, Osman Can