5 Eylül 2011 Pazartesi

ölçü




Kitleler asla yalnızca ezildikleri için, kendiliklerinden başkaldırmazlar. Kendilerine karşılaştırma yapabilecekleri ölçüler verilmedikçe, ezildiklerinin bilincine varmazlar.

1984, George Orwell

crossing over


İlk bakışta karışık bir kavram olarak karşımıza çıkan kalıtım, kendine özgü kanunlar içinde kesinlik taşıyan bir olgudur. Burada, Alman din adamı Mendel'in 19. asır ortalarında ilk kez gece sefası ve bezelyeler üzerine yapmış bulunduğu gözlemler sonucu ortaya attığı dört kanundan başlayarak hücre içindeki kromozomların hücre mitozu ve mayozu sırasında uğradıkları değişikliklere oradan da hücre kimyasının ilerlemesi ve RNA ve DNA moleküllerinin keşfinden sonra oluşan ve bugünkü tıbbın temel taşlarından birini oluşturan gen bilimi'ne kadar uzanan ilginç ve gizemli bir bilim macerası ile karşı karşıya kalmaktayız. Bir mesleğe veya yetiye yakınlık ve eğilim, bir konuyu sevme veya bir davranışı benimseme, şu veya bu şartlara kolayca uyma veya uyamama gibi soyut kavramlardan eski tıpta geçer akçe olan locus resistenciae minoris diye tanımlanan vücuttaki zayıf nokta görüşüne veya uzun boy - kısa boy veyahut şişmanlık - zayıflık veyahut bir hastalığa karşı dirençli olma veya olmama gibi somut olay ve olguların ortaya çıkışında, daima genlerin oynadığı önemli rolle karşılaşırız. Ancak, burada çok önemli bir faktörün varlığını da vurgulayarak açıklamak isteriz: Burada da, tüm bu katı bilimselliğin içinde, gene de yazgı diye bilinen o bilinmeyenin, canlının tüm yaşamında etkisini göstermekte olmasıdır. Bilindiği gibi hücerelerin mitosis ve meiosis safhalarında kromozomların birbirine sarmalanmaları (crossing over olayı)'ından sonra sarmalanma noktasındaki kopma safhasında kesi kenarının düzenli olmayıp tesadüfen bazı uçların uzun bazılarının ise kısa kesilmiş olmaları sonucu genlerdeki dağılımda bir adaletsizlik ortaya çıkıyor ve sonuçta, bu durum aynı kromozomları taşıyan bireyler içinde dahi aynı yetilerde farklılıklara neden oluyor. Belki de yazgı denilen şeyin bilimsel temeli budur... 

Psikiyatri, Doç. Dr. Kriton Dinçmen

4 Eylül 2011 Pazar

bir beyit bin anlam..


Anı hoş tut garîbindir efendim işte biz gittik
Gönül derler ser-i kûyunda bir divânemiz kaldı

Hâyâli

trajedi


Bizim ilim ve irfan geleneğimizde, insan nefsinin mertebeleri tasnif edilirken her mertebe bir terimle adlandırılır. (Tasnifler itibarî olduğundan biz burada sadece üçlü tasnifi dikkate alacağız.) En altta nefs-i emmare yer alır ki "arzuların tatminsizliği" (eksiklik), işbu nefsin sıfatıdır. Böylelikle tatminsizlik mertebesine -Kur'an'dan istifadeyle- nefs-i emmare adı verilmiştir. En yukarda nefs-i mutmainne yer almaktadır ki daire tamamlanmış, çamurlu dünya  arkada bırakılmış ve ulaşılan kemâl sayesinde sarsılması mümkün olmayan bir huzura erilmiştir ki "arzuların tatmini"ne (bütünlük) karşılık gelen mertebe işbu mertebedir. Bu mertebelerden ilki tabiî ve hayvanî, ikincisi ise ilahîdir ve esasen iki halde de trajediden söz edilemez. Salt tatminsizlik trajedi değildir. Çünkü hiçbir hayvan trajik bir hayat yaşamaz. Hayvanlar trajik olanı göremezler de. Tatmin hâli de böyledir ve hiçbir insan 'insan' olarak kaldığı sürece tamamen 'tatmin' (bütünlük) mertebesine çıkamaz. İlahî olanda trajedi yoktur. Çünkü kemâlde trajedi yoktur; trajedi kâmilin (kemâle erenin) değil, mütekemmilin (kemâl isteyenin) hâlidir. Kemâl kip itibariyle durum bildirir, tekemmül ise oluş. Demek ki trajedi durumda değil, oluşun ta kendisinde. Tanrı mükemmel değildir, kemâle ermemiştir; bilâkis O, zaten (zâtı itibariyle) kemâldir. Arzularımız hiç tatmin olmasaydı -ki bu mümkün değildir- trajik bir durumda olmazdık. Buna mukabil bütün arzularımız tatmin olsaydı - ki bu da mümkün değildir- yine trajik bir halde olmazdık. Nefsin negatif kutbu olmak itibariyle hem nefs-i emmare düzeyinde, nefsin pozitif kutbu olmak itibariyle hem de nefs-i mutmainne düzeyinde trajedi arama çabaları beyhudedir. Salt pozitif olan veya salt negatif olan çelişki üretmez; dolayısıyla çelişkinin olmadığı yerde trajedi de olmaz. Her iki mertebenin arasında nefs-i levvame vardır; insan olanın, insanî olanın mertebesi... O ne nûrdur, ne de nâr; o ne cennettir, ne de cehennem; o tek kelimeyle a'raftır, berzahtır, sırattır; trajedidir yani. Suçluluk duyan, kendini kınayan, tatmin olduğunda tatminsizliği, tatminsiz olduğunda ise tatmini arayan bir varlığın hâlidir nefs-i levvame. Öncesiz değilim, ben önceyim. Sonrasız da değilim; aksine, ben sonrayım! 

Göz İzi, Dücane Cündioğlu