28 Ağustos 2007 Salı
27 Ağustos 2007 Pazartesi
üç soru..

Bir soru daha:
Sevgileriniz yalan mıydı yoksa?!
Ve son soru:
Çorak vadilere yönelmişse sevgilerimiz, çevremizi kandırmıyorsa sulara, içimizden akan Nil olsa ne?!
Âyine,İskender Pala
21 Ağustos 2007 Salı
20 Ağustos 2007 Pazartesi
bir mağara düşün dostum

Bir de düşün ki esiri mağaradan çıkarıp dik bir patikada güneşin aydınlattığı bölgelere sürükledik.Bağırdı, yanıp yakıldı, öfkelendi...Kulak asmadık.Gün ışığına yaklaştıkça gözleri daha çok kamaştı.Hiçbirini seçemez oldu gerçek nesnelerin.Sonra yavaş yavaş alıştı aydınlığa.Önce gölgeleri fark etti, arkasında insanların ve cisimlerin suya vuran akislerini.Akşam olunca göğe çevirdi bakşlarını, ayı gördü, yıldızları gördü.Zamanla güneşin suya vuran akislerine bakabildi.Nihayet gökteki güneşe çevirdi gözlerini.Ve düşünmeye başladı.Ona öyle geldi ki mevsimleri de yılları da güneş yaratıyor, görünen dünyanın yöneticisi o.Esirlerin mağarada gördükleri varsa onun eseri.Ve eski günlerini hatırladı.Ne kadar yanlış anlamışlardı bilgeliği.Mutluydu şimdi, mağarada kalan arkadaşlarına acıyordu.Eski hayatına, eski vehimlerine dönmemek için her çileye katlanabilirdi.
Adamın mağaraya döndüğünü tasavvvur et.Karanlığa kolay kolay alışılabilir mi? Dostlarına hakikati söylese dinlerler mi onu? Ağzını açar açmaz alay ederler:"Sen dışarda gözlerini kaybetmişsin arkadaş. Saçmalıyorsun.Biz yerimizden çok memnunuz.Bizi dışarı çıkmaya zorlayacakların vay haline..." İşte böyle aziz dostum.Sana anlattığım hikaye kendi halimizin tasviridir.Yeraltındaki mağara:görünürler dünyası.Yücelere çıkan esir:meseller (idea'lar) alemine yükselen ruh.
Eflatun
p.s. ileri görüşlülüğün bu kadarı.. kaç asır önce söylendi, yazıldı bu satırlar kim bilir
p.s.(1) aslında ileri görüşlülükle değerlendirmek yanlış olabilir, insanın doğasından kaynaklanıyor belki de ne kadar medeniyiz desek de bir yanımız hep ilkel, doğru bir tespit olduğu su götürmez bir gerçek bu arada
babalar güzeline mersiye
Gittin; dünya bir kafes, devâ mahpus, söz ketum Gittin; çekildi suyu can nehrinin; kaldı kum Doruklarda bahardın, derinde servi boylu Muhabbet savaşçısı, yiğit, cihangir soylu Göklere yönelirdin gece gündüz, susardın Zamanı ilmek ilmek çözüp hicranı sardın Bu gün hüznün hayale kuyu kazdığı gündür Bu gün kederden sabrın bile bezdiği gündür Yetim kalmış çiçekler sana meftun bakardı Yuvanda gülkurusu bakışların kokardı Tenhada çoğaltırdın gözlerini kimsesiz Gözlerin başkaları için ağlardı sessiz Bereket dağıtırdın çocukların kalbine Sonbaharına erip döndürüldün Rabbine Bu gün ötenin bir dost eli sezdiği gündür Bu gün samanyolunda aşkın gezdiği gündür Kör bakmayı bilmezdin; özde ruhun yanardı Rüzgâr, yağmur ve güneş seni meczup sanardı Şimdi yansın kapılar, pencereler kırılsın Vadiyi sel götürsün, dağ ikiye yarılsın Öncü bir kıyametten geçtiğin ândı ölüm Sen rüyadan uyandın; senden uyandı ölüm Bu gün kalemin “eyvah” diye yazdığı gündür Bu gün kardelenlere kanın sızdığı gündür Ân gelir, seni nâçâr kılan dert nîran olur Alıcı kuşlar gibi vurulup vîran olur Yedi iklimden sorar düşlerini yârenler Buhurdanlıkta taşır hâtıranı erenler Kırlangıç yuva yapsın şimdi lâlezarına Erguvan tohumları ekildi mezarına Bu gün kovulmuşların katran süzdüğü gündür Bu gün toprağın alevleri üzdüğü gündür |
Nurullah Genç |
16 Ağustos 2007 Perşembe
hoşça bak zatına

Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltilmiş bir varlıksın, bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun daha ilerisin sen.
Ruhsun, Cebrail'in üfürmesiyle ikizsin, Allah'nın sırrısın, Meryem'in oğlu İsa gibisin sen.
Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Mertebeni adlarla sanma; adların sahibindedir. Dönüp varacağın yer her şeyi yaratandır, eşyaya gideceğini zannetme.
Gördüğün gerçekleri rüya sanma, sen başka bir varlıksın; kendini her sûreti kabul eden Heyulanın büründüğü sûret zannetme.
Keşifle gerçekliği meydana çıkan manayı dava sanma, hakkında söylenen vasıfları gözüne girmek için söylenmiş sözler zannetme.
Kendine bir hoşça bak, âlemin özüsün sen; varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Sırrını inleyip de sakın ağyara açma; bilmezlikle inkâr çukuruna düşmekten sakın.
Ahların, sakın, sevgilinin kâkülüne değmesin, sonra Mansur gibi dâra çıkarsın.
Sakın yaradan incinip de sevgiliye aczini bildirmeye kalkışma; a çaresiz kişi bulduğun kadri yüce incileri sakın.
Kendine bir hoşça bak, âlemin özüsün, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Sevgi sırlarının mahzeni, o sırlar hazinelerinin konduğu yer sendedir, sende. Erlik, yiğitlik nurlarının madeni sendedir, sende.
Gizli gizli daha nice ruh halleri var sende. Tanıyıp anlayış sende, hüner sende hakikât sende.
Baksan görürsün ki yer de, gök de, cehennem de, cennet de sende, kürsî de sende, melek de elbet sendedir sende.
Kendine bir hoşça bak, âlemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Yazıktır, padişahken âlemde yoksul olmayasın, ümit ve yalvarışla bozbulanık bir hale gelmeyesin.
Ye's vadisine düşüp bir hiç olarak yok olmayasın, yolunu yitirip bela sahrasının yolunu tutmayasın.
Âdeme yapış ki gerçekten ayrılmayasın, secdeler et ki Allah reddetmesin seni.
Kendine bir hoşça bak,âlemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Allah'tan gayri bütün varlıklardan, çakıp sönen, gelip giden bütün şimşekler gibi geç git. Üstüne takılan, konan çerçöpe aşk ateşini siper et (onları yak yandır).
Gönül bağlanacak şeylerin eserleri, sakın, eteğini tutmasın. Şems gibi, Mevla'yı isteyerek yola koyul, yol almaya bak.
Aynanı( gönlünü) arıt, bütün sûretler ona vursun, görünsün. Galip, hele bir duygularını derle, topla da bak.
Kendine bir hoşça bak, âlemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Şeyh Galip (sadeleştirilmiş..)
2 Ağustos 2007 Perşembe
slogan ilkelin ideolojisi

Toprak sarsılıyor!..Hep birden esfel-i sâfiline yuvarlanmak istemiyorsak, gözlerimizi açmalıyız.İnsanlar sloganla güdülmez.Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet.Kitaptan değil kitapsızlıktan korkmalıyız..Bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini tartışmak ve Türkiye'nin kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek.İşte, en doğru yol.
Bu Ülke,Cemil Meriç
1 Ağustos 2007 Çarşamba
virgülü kaybettik

Osman Nevres Efendi diyor ki:
Öğütme ağzına her ne gelirse âsiyâb-âsâ
Sözü söylerken on defa düşünmeyi, onu en güzel ve sanatlı şekilde söylemeyi nasıl da unuttuk birden.Bir vakitler, konuştuğunda herkesin sustuğu, yazarken kaleminden dimağa lezzetler yayılan söz sultanları yaşardı bu coğrafyada oysa.Galiba bir rüzgar esti üstünden kentin ve sözün efendisi virgülü yitirdi birden.O zaman geniş, sanatlı, bol çağrışımlı, zengin ve tabii olarak zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler, kısa anlatımlar kullanmaya başladı.İfadede bir kargaşayla karşılaşmıyordu gerçi ama konuştuklarının etkinliği, güzelliği, estetiği ve sanatı kısmen kaybolmuştu.Cümleleri basitleşince gitgide düşünceleri de basitleşti ve bu, gün geldi kişiliğine yansıdı, sıradan ve hatta önemsiz kıldı.Efendiğini mi yitiriyordu ne?!..
Bir başka gün, o rüzgar ünlem işaretini alıp götürdü.Şimdi alçak sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşur olmuştu usta.Artık ne kızıyor, ne seviniyor, ne de heyecanlanabiliyordu.Hayatının renkleri kaybolmuş gibiydi.Yeknesak yaşamaya işte böyle başladı.Ustalığı yoktu artık.
Bir süre sonra, soru işaretini de yitirdiğini gördü.Soru sormaz, soramaz olmak onu kendi içine kapatmıştı.Hiç bir şey onu ilgilendirmiyordu artık.Kalbinden geçen sevgilerin nedenini, zihnini bulandıran düşüncelerin niceliğini, dış dünyada olup biten olayların gerçeğini anlayamıyordu.Ne evren, ne dünya, ne ülke, ne de kendisi umrundaydı artık.Çocukken merak ettiklerini bile meark etmekten uzaklaştı.
Birkaç yıl sonra sözcü, üst üste iki noktanın anlamını unuttu.Davranışlarının sebeplerini açıklamaktan vazgeçmeye o zaman başladı.Başkaları da onunla ilgilenmez olmuşlardı.Büyük bir yalnızlığın içinde kalmış, kalabalıklar arasında tek başına yaşar olmuştu.Ailesi, çevresi, işi, mesleği, sosyal hayatı var mıydı, yok muydu, unutmuştu.Sözü kaybetti.
Ömrünün sonuna doğru elinde yalnızca tırnak işaretinin kaldığını fark etti.Kendine özgü tek düşüncesi yoktu artık.Kendinden sıyrılmış olarak yaşamak, başka birisinin yerine yaşamak kadar tatsız, boş ve anlamsızdı.Üstelik başkalarının düşüncelerindeki sorumlulukları yüklenme endişesi de iyiden iyiye belini bükmüştü.
Noktaya geldiğinde sıra, düşünmeyi ve konuşmayı da unuttu.Kaybettiği nokta son nefesinde onu beklemekteydi oysa.
Dil bir ayna idi, insanın gerçek yankısını dışa aksettiren.Ve aynalar ya güzelleşmek ve süslenmek ya da çirkinliğimizi görüp gidermek içindir.Aynayı kırmak, çirkinliğimizi başkalarının gözünden değil kendi gözümüzden saklar.
Gözgü,İskender Pala
30 Temmuz 2007 Pazartesi
denizin delisi
28 Temmuz 2007 Cumartesi
mutluluğun kokusu

"Bir insanın mutlu olduğu nasıl anlaşılır?"
"Bilmem...Belki, gözlerinin parlaklığından, neşesinden, belki yüzüne vuran iç aydınlığından."
Dostum hepsini kabul eden ama yeterli bulmayanbir el işareti yaptı:
"Bunlar doğrudur.Mutluluk saklanmaz.Mutluluk insanın içinden sızar, bir yerlere girer, orayı değiştirir.Bir de kokusu vardır.Bilir misin, mutluluk kokar."
"Mutlulğun kokusu mu?"
Doğrusu duymamıştım.Dostum anlayışla baktı:
"Doğrudur, duymamışsındır.İnsanlar pek fark etmezler.Oysa, her ruh halinin kendine özgü bir kokusu vardır.Eğer insanlar koku duygularını kaybetmeselerdi, bunları da bilirlerdi.Ama bir çok şey gibi bunu da kaybettiler."
"Yani, önceden biliyorlar mıydı?"
"Elbette, biliyorlardı.Bak hayvanların birbirleriyle iletişim kurmalarında koku nasıl önemli rol oynar."
"Evet ama konuşamadıkları için."
Dostum biraz sabırsız sözümü kesti:
"İnsanlar konuştukarı için artık kokuya gerek duymuyorlar, değil mi? Şimdi sen bana insanların konuştuklarını mı söylüyorsun"
Artık karşılık veremiyordum.Dinlemeyi sürdürdüm.
Dostum:
"Sen de biliyorsun ki insanlar gerçekte konuşmuyorlar.Konuşur gibi yapıyorlar.Öğrendikleri sözcükler var.Birbirlerine onları söylüyorlar.Gerçekte çok azı, çok az zaman için konuşuyor.Onlara da dikkat et, duygu sözcükleri yoktur.Onun için de çoğunlukla birbirlerini dinlemezler.Gerçekte konuşmayan, gerçekte dinlemeyen insanlar iki önemli iletişim aracını kaybettikleri için artık anlaşamaz hale gelirler.Koku ve dokunma.İşte gerçek iletişimin iki yolu.İnsanlar ikisini de unuttu."
Onu biraz kışkırtmayı denedim:
"Şimdi insanlar birbirlerini koklasınlar mı diyorsun?"
Umutsuz ve kırgın baktı:
"Keşke ne dediğimi anlasalardı da söyleseydim.Koklamak öyle incelikli bir duygu ki, bugünün insanına öğretilmesi gerekir.Zavallı koku alma duyumuz.Öylesine kötü kokularla bozuldu ki, yeniden eğitilmesi gerekiyor.Biliyor musun, insanlar insan kokusunu bile alamıyor.Bir çocuğun kokusu.Yaşlı insanın kokusu.Umudun kokusu.Bezginliğin kokusu.Hayata kırılmanın kokusu.Mutluluğun kokusu.İnsanlar bunları unuttular.Dokunma d öyle.İnsanlar bunu da unuttu.Bir elin el üstüne konması.Bir omuzun omuza dayanması.Bir sırtın sırta dayanması.Ayakların birbirine sarılması.Unuttuğumuz ne çok şey var."
Günümüz insanını savunmak istedim:
"Ama sözcükler var, yazı var.Belki o yüzden unutmuşuzdur."
Dostum biraz dalgınlaştı:
"Evet yalanların aracı sözler, yalanların aracı yazılar.Bir türlü içimizden geleni söylemeyi, yazmayı bilemediğimiz için yalanlarımızın aracı olanlar.Beden yalan söylemez, dokunuşun yalan söylemez.Bunlar gerçekleri iletir.Sadece gerçekleri."
Elde Var İnsan,Senai Demirci
27 Temmuz 2007 Cuma
26 Temmuz 2007 Perşembe
fatih olabilmek

Perdedârî mî-kuned der kasr-ı kayser ankebût*
*Fatih, Topkapısı'ndan İstanbul'a girip atıyla Ayasofya'ya doğru ilerlerken Konstantin şehrinin Bizanslılarca ne derece hoyrat kullanıldığına bakıp hayıflanmış ve içinden kansere yakalanan şehir dokusuna acıyarak Şirazlı Sadî'nin yukarıda zikredilen beyitini mırıldanmıştı.Şöyle demekti: "Efrâsiyâb'ın kulesinde nöbeti baykuş tutuyor (veya çanı baykuşlar çalıyor); Kayser'in sarayında ise perdedarlığı örümcekler yapıyor...(Çok yazık!..)"
...
Gözgü,İskender Pala
ezelde

Gezgin,Sadık Yalsızuçanlar
25 Temmuz 2007 Çarşamba
24 Temmuz 2007 Salı
bu firar bir kabil kompleksi

Her dudakta aynı rezil şikayet:yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lağım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye'nin insanından şikayetçi. İnsanından yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok.Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını "yaşanmaz"laştıranlardır.
Bu Ülke,Cemil Meriç
23 Temmuz 2007 Pazartesi
22 Temmuz 2007 Pazar
kamûs, bir milletin hafızası

Eski sözlüğe kızıl bir külah geçirdiğini söyleyen Hugo, tek kelime uydurmamış; sembolizmin üç silahşörü de öyle.Ama kullandıkları her kelime yeni.Heyhat!Batıda cinnet bile terbiyeli.
Bu Ülke,Cemil Meriç
noktasız
gül > gel, kel, kil ??

-Bu şairlerin de sözleri lastik gibi, ne tarafa çekilirse uzuyor, demiş.
Mecliste bulunan şairler bu söze içerlemişlerse de Gül Ahmet'in mevkiinden dolayı kimse ses çıkaramamış; ama aralarından bir tanesi "Ben" demiş içinden, "gün gelir bunun hesabını görürüm." Gel zaman git zaman, Gül Ahme bir çeşme yaptırmış.Devrin adetince şairlere de "Benim çeşmeye bir tarih düşünüz." diye ricada bulunmuş.Vaktiyle intikama ahd eden şair güzel bir tarih düşürüp kendisine sunmuş.O da tarih kıtasını kitabeye hakkettirmiş.Kıtanın tarih mısrası şöyle imiş:
Gel Gül Ahmed çeşmesinden iç gül-âb âsâ suyu
Küşad merasiminde çeşme gibi tarih kıtası da görücüye çıkıp ahbâb u yârân, hayırlı olsun diyorlarmış.O sırada kalabalığın ortasından biri tarih mısraını okumaya çalışmış:
-Bre bu ne biçim tarih?
Şair, içindeki eski yaraya merhem sürercesine cevabı yapıştırmış:
-Vallahi Efendi, tarih pek güzel; sen aldırma; bu şairlerin sözü lastik gibidir,ne tarafa çekersen böyle uzar.
21 Temmuz 2007 Cumartesi
mecnun'un devesi

Mecnun bir an dalıp gitse, elinden yuları gevşetse, deve bunu hisseder ve geriye döner geldikleri köye yani yavrusunun olduğu yere doğru giderdi.
Mecnun kendine gelip baktığında, bulundukları yerden çok daha geriye gittiklerini farkediyordu.
Bu yolculuk iki-üç gün böyle sürdü. Mecnun yıllardır yollardaymış gibi şaşırmış kalmıştı.
Baktı ki bu yol böyle bitmeyecek, deveden indi ve:
“Ey deve!” dedi. “İkimiz de aşığız. Fakat, aşklarımız birbirine zıt, birbirine aykırı! Demek ki biz, birbirimizle yol arkadaşlığı yapmaya uygun değiliz.Senin sevgin de, yuların da bana uymuyor. O halde en iyisi ayrılalım!” diyerek deveyi bıraktı.
•••
Bu hîkayede geçen ‘Mecnun’ insan ruhunu temsil ediyor. Ve ruh, Ezelî bir Sevgiliye yani Rabbine muhtaç ve müştaktır. ‘Deve’ ise, nefistir. Maddî arzuların sembolüdür. O da, yavruları olan heveslerin ardında koşmaktadır.
Mesnevî
20 Temmuz 2007 Cuma
helva tarifi

-Arkadaşlarımdan birisi için hazırladığım bir şey.
-Açsana üzerini.
Ben helvayı gösterince de atıldı:
-Kaldır onu, bizim nefislerimiz onu yemekten tiksinir.
-Peki sen ne istiyorsun?
-Ariflerin peltesini.
-Nedir o pelte?
-Kalbinin acıları çığlık atarak gider.
Akıllı Deliler,Yahya Atak
yunan mı, yunmayan mı

Fatih, Molla Güranî ile sohbet ederkensöz yunanlılardan açılıp da hocası bir kaç defa "yunan, yunan.." diye tekrar edince hünkar dayanamayıp onların pisliğinden kinaye olarak:"Hocam, bunlar hiç yunmamışlardır.Onun için lütfen bunlara yunan değil, yunmayan deyiniz."
âyine-i devrân'dan not:hünkara yakışır bir espri
19 Temmuz 2007 Perşembe
18 Temmuz 2007 Çarşamba
bulduğunu sanmaktır aramak

hadis-i şerif
17 Temmuz 2007 Salı
pencere

Köşklerde bulunanlar:"Belli ki Yusuf gezmeye çıktı, şimdi buradan geçiyor" derlerdi.
Köşede bucakta oturanlar da duvarlarda ışıklar, parıltılar görünce Yusuf'un oradan geçtiğini anlarlardı.
Yusuf'un geçtiği sokağa penceresi bulunan ev, onun oradan geçişinden şereflenir, nurlanırdı.
(Ey kardeş!) Aklını başına al da evinin penceresini Yusuf'un geçtiği sokağa aç ve pencerenin önünne oturup onu seyret!
Âşık olmak demek, nur gelen tarafa pencere açmaktır.Çünkü gönül gerçek dostun yüzü ile aydınlanır, nurlanır.
Mesnevî,Mevlânâ c.IV s.3091
sevmenin tabakaları
16 Temmuz 2007 Pazartesi
sükût

Kur'an-ı Kerim ve hadis ile ilzam edemediğin adama vereceğin en iyi cevap sükûttur.
Gülistan,Şeyh Sadi Şirazî
âyine..

aşklar ve sûretler

Kûhken Şîrîn'e öz nakşın çekip vermiş firîb
Gör ne cahildir ki yontar taştan öziyçin rakîb
Dikkatli bir bakışla bu kompleks,sevgilinin âşık nezdinde kendi imgesiyle sokulduğu yarıştan mağlubiyetle çıkarılması olarak okunabilir.
...
Mavi Lâle,Nazan Bekiroğlu
15 Temmuz 2007 Pazar
üstadın gözüyle yunan mitolojisi

...
Yunan'dan başlayalım:Başını bilmiyoruz.Avrupalı,Yunan vakıasına "mucize" nazarıyla bakar.Gerçekten bu dünyada müessirleri bilinmeyen ve mucize çapında görülmeye değer iki büyük vakıa vardır.biri Yunan zuhuruöbürü de uçsuz bucaksız çöllerde insanı sarhoş edenbir mana rüzgarı halinde esici Arap dili...Bir devenin adım atışını 72 ayrı kelimeyle ifade eden bu dil, önceden bâdiyede hiçbir metroplis-büyük şehir kuurulmaksızın ve hiçbir insani tefekkür kaynaşmasına şahit olmaksızın nereden ve nasıl gelmiştir?Yunan harikası gibi bu da kaynak bakımından büyük meçhullerden biri...
Yunan medeniyetinin başında mitoloji-Yunan usture ve hurafeleri var...Mitoloji,bir tarafıyla efsane bir tarafıyla da cemiyetin itikatlarını gösteren uydurma bir din...Birçok ilaha inanma, putlaştırma mizacının meydana getirdiği bir tablo...Bütün putların başında başbuğ put olarak Zeus,fransızların Zös dediği sahte tanrı...Aynı sahte tanrının putperest Roma'daki mukabili Jüpiter ismini taşıyor.Cebinde çift pasaport taşıyan bir sahtekar gibi Yunan ve Roma'da vasıfları birbirine tam uygun iki ilah tasavvuru...Ayrıca bunlara tabi birçok uydurma ilah...Onlara da bağlı yarı ilahlar...Yarı ilahlar insanlardan olur ve isimlerine Demetr denilir.İnsan harikalaşınca yarı ilah telakki edilir onlarca...
Böyle bir alem...Bu aleme dikkatle baktığımız zaman şunu görüyoruz:Eski Yunan mitolojisi; aklın,fikrin,vemin,hayalin bile içinden çıkamayacağı girift bir plastisite,yani eşyanın dış kabartısı, müşahhas bir zemin üzerinde bir dış alem rüyası...Hezeyanın da anlamayacağı kadar korkunç, hatta estetik kıymetlere bulanmış muazzam bir tahayyül cümbüşü...
Ne tuhaf!İşte burada garbın ana damını ele geçireceğiz.Plastisite kelimesini kullandık demin... Bunu hiç kaybetmeyin zihninizden!Plastik,pazarlarda satılan naylon eşya değil, felsefi manada eşyanın dış kabartısı,dış görünüşüdür.Göze hitap edici dış şekiller,renkler ve hacimler...Mesela Yahya Kemal plastik çerçevede büyük şair,fakat ruhta ve iç muhtevada zayıf...Mesela resim, heykel ve mimari plastik sanatlardan...
Eski Yunan'dan aldığı bu plastik zeminden Avrupalı hiçbir zaman ayrılmamıştır.Plastik zemine bağlıdır Avrupalı;koparamazsınız oradan...O plastik zeminde kendini aşmak için bir çeşit madde aşkı, tabiat zevki temsil eder;dolayısıyla iç aleme yabancı kalır.
Bu plastik zeminin idealizasyonu Zeus veya Jüpiterdir.Bunlar,yüz katlı apartman gibi bir sarayda otururlar ve ne kadar beşeri zaaf varsa hepsini nefislerinde toplarlar...O,bunun karısını kaçırır; şu, onun gözünü kör eder.Dünyada böyle bir aile görülmemiştir; bu sözde tanrılardaki aile gibi...Ve onlardaki hayal o kadar zengindir ki Shakespeare bile inanmışçasına bunlar adına yemin eder.En son şairler de mitolojinin ifade etiği estetikten ayrılmazlar.Büyük saçmayı gördükleri halde...Sorsanız onlara:
"Senin tasavvur ettiğin kudret, halik makmında kudret, beşeri zaafların aynası nasıl olabilir? İnsanda bile olmayan zaaf,ahlaksızlık onlarda vardır.Bu türlü uydurmalara, belirttiği hayal gücü ne çapta olursa olsun,mabud gözüyle nasıl bakabilirsin?"
Cevapları şu olabilir:
"Biz onlara hakikat gözüyle değil,zevk ve estetik gözüyle bakıyor ve bu yönden inanıyoruz.Gerçeği değil,güzelliği ve insanoğlunun hasret çektiği iklimleri buluyoruz onlarda..."
Tamamıyla batılı olan böyle bir düşünce ise malik olmak vehmi içinde ebedi bir mahrumiyetten başka bir şey olamaz.Doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur.
Neticede Yunan mitolojisini bir büyük hokkabazlık panayırı diye alabilirsiniz.İçinden ilah kabul edilen birtakım tiplerin insani zaaflara batmış,birbiriyle boğuştuğu panayır...Bu panayıra bugün garp çok uzak olduğu halde zevkinin içinde mitolojiyi daima taşır.Ve bu yalanın estetik cazibesine öyle kapılır ki onu doğru bile sayabilir.Yunan mitolojisi bugünkü batı yalanının ilk kaynağıdır.
...
Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu,NFK
13 Temmuz 2007 Cuma
kalbimin mâhuru
O kâbus günlerin matemi unutulsun
Gülümse de ruhumun gözyaşları kurusun
Sen ki,gül bahçesinde kâlbimin mâhurusun
Bir de hüzzâm yerine bana nihâvendi sun
Seni gören ağaçlar,kuşlar sarhoştu bugün
Söyle niye penceren yine bomboştu bugün
Sen ki,gül bahçesinde kalbimin mâhurusun
Bir de hüzzâm yerine bana nihâvendi sun
Nurullah Genç