24 Kasım 2016 Perşembe

hiçliğim


Ama en kötüsü, sorgulama değildi. En kötüsü, sorgulamadan sonra hiçliğime geri dönmekti; aynı masanın, aynı yatağın, aynı leğenin, aynı duvar kağıdının olduğu aynı odaya. Çünkü yalnız kalır kalmaz, hangi yanıtı verseydim en akıllıca olurdu diye ve belki düşüncesizce bir sözle uyandırmış olabileceğim kuşkuyu gidermek için gelecek sefere ne söylemeliyim diye uzun uzun düşünüyordum. Soruşturma yargıcına söylemiş olduğum her sözcüğü düşünüyor, gözden geçiriyor, ölçüp tartıyordum, onların sorduğu her soruyu, benim verdiğim her yanıtı kafamda tekrarlıyordum, anlattıklarım hakkında tutanağa neler yazmış olabileceklerini kestirmeye çalışıyordum, ama bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğimi biliyordum. Gelgelelim boş odada bu düşünceler bir kere harekete geçtiler mi, durmak bilmeden kafamın içinde dönüyorlar, hep yeni baştan, hep başka bileşimlerde oluşuyor ve uykuda bile peşimi bırakmıyorlardı; Gestapo'nun her sorgulamasından sonra, o soruların ve acı çektirmenin bana yaptığı işkence düşüncelerimde amansızca yer ediyordu, hatta böylesi daha da korkunç oluyordu, çünkü o sorgulamalar bir saat içinde biterken, düşüncelerimin hiç sonu gelmiyordu, bunun nedeni de yalnızlığın bana çektirdiği o haince işkenceydi. Ve çevremde hep yalnızca masa, dolap, yatak, duvar kağıdı, pencere vardı, beni oyalayacak bir şey; kitap, gazete, yabancı bir yüz, bir şeyler yazmak için kalem, oynamak için kibrit, hiçbir şey, hiçbir şey, hiçbir şey yoktu. Bu otel odası sisteminin ne kadar şeytani ve akıllıca, ne kadar psikolojik işkence amaçlı olduğunu ancak şimdi anlıyordum. Toplama kampında insan belki de elleri kanayana ve ayakları donana dek el arabasıyla taş taşırdı, iki düzine insanla birlikte iğrenç kokan buz gibi bir odaya tıkılırdı. Ama yüzler görürdü, burada hep aynı şeyle, hep aynı korkunç değişmezlikle çevrili olmaktansa, bir tarlaya, bir el arabasına, bir ağaca, bir yıldıza, herhangi bir şeye bakabilirdi. Burada beni düşüncelerimden, kuruntularımdan, kafamda yaptığım hastalıklı tekrarlardan uzaklaştırabilecek hiçbir şey yoktu. Onların amacı da buydu zaten, boğazıma kadar düşüncelerime batıp boğulmalıydım ve en sonunda onları kusmaktan, istedikleri her şeyi söylemekten, kanıtları ve insanları ele vermekten başka çarem kalmamalıydı. 

Satranç, Stefan Zweig

0 yorum: