24 Aralık 2011 Cumartesi

kızlarağası medresesi, çemberlitaş


Artık bizler, etten kemikten değil, ahşaptan insanlarız. Bizi manevi şeyler değil; ancak boya, cila, vernik gibi şeyler güzel ve çekici gösterebilir. Örneğin; bir polis memurunun takım elbise giyenle, el örmesi süveter giyene davranışı aynı mı? Kırgınım. Ve bunun ne anlama geldiğini henüz ben de bilmiyorum. Dışarıda kar yağıyor. İçerisi neredeyse bomboş. 'Rabbim, sen olmasan / kimin aklına gelirim ben'i çoğaltmaya çalışırken; bir kedi geldi, boş boş bana baktı. 'Buyur' dedim, 'buyur ki kendimi bir şey sanayım...' 

Ben de buranın yabancısıyım
Diyecektim, demedim.

Uçuş Denemeleri, İbrahim Tenekeci

dünyaya çarpmak


Nerede bir cenaze görsem, vaktim müsaitse eğer, hemen cenazenin peşine takılıyor, namazını kılıyor, hakkımı helal ediyor, mezarlığa gidiyor, gömülene kadar rahmetlinin yakınıymış gibi davranıyorum. Bir cenaze daha. Cenaze arabası önden gitti, yirmi kişi kadar olan bizler, camiye yürüyerek gittik. Yolda, döviz bürosunun önünden geçerken, neredeyse herkes, başını döviz bürosunun elektronik panosuna çevirdi ve o an, grup biraz yavaşladı. Ben, hemen önümdeki hacı amcaya çarptım. Aslında hacı amcaya değil, dünyaya çarptım.

Uçuş Denemeleri, İbrahim Tenekeci 

22 Aralık 2011 Perşembe

yemek + sigorta


Bütün acılar sahiplerini bulur
Ama sen bunu zaten biliyorsun
Ben bildiğimi unutuyorum seni öğrendikçe
Dilimin dönmediği kelimelerle anlatıyorum
Her yöne sınırsız bir yalnızlık var elimizde...

Korkma yaşayacaksın ey aşk
Yemek artı sigorta ya da bu sefer başka
Yakalanırsan beni tanımıyorsun
Gözlerimin ispiyoncu hali ve tekrar tekrar İsa
Güvenli bir yer bulana kadar gel bende saklan

İpuçlarını birleştiriyor ölüm, çember daraldı
Sessiz ama sakin değilsin ruhun dağlı bir komitacı
Bana bir adım atsan yolunu kaybedersin
Aklında tut Mecidiye'de uygunsuz bir dut ağacı
Lâtilokum, sıradaki şarkı, antevasin...

Bakma bana sen, ben tıbben mümkün değilim...

Furkan Çalışkan

sessiz, hareketsiz, karanlık



Migren ağrıları, vasküler baş ağrısı olarak bilinen, basit migren, klasik migren, oftalmoplejik migren ile baziler migreni küme baş ağrısı olarak bilinen, daha çok yaşlı erkekleri etkileyen ender görülen acımasız bir hastalığı da içeren, daha geniş bir ağrı sendromu kategorisinde yer alır. Vasküler baş ağrısı olarak adlandırılmalarının nedeni, ağrının kafa derisine, duraya (kafatasının iç zarı) ve beyne kan götüren atardamarlardan kaynaklanmasıdır. Vasküler baş ağrısı, damarların büzülmesi evresi ve damarların genişlemesi evresi olmak üzere iki ayrı evreden oluşur. Büzülme evresinde kan damarları serotonin adı verilen bir kimyasal hormona tepki vererek daralırlar. Serotonin, sinir iletici madde (nörotransmitter) olarak bilinen bileşikler sınıfına dâhildir; bu madde sınıfında ayrıca, şizofreni ve Parkinson hastalığında rol oynayan sinir iletici maddelerden dopamin ve epinefrin (daha yaygın adıyla adrenalin) de yer almaktadır. Duyarlılığı olan kişi, özellikle kırmızı şarap, peynir ve baklagiller gibi belli yiyeceklerde bulunan baş ağrısı "tetikleyiciler"ine maruz kaldıktan sonra serotonin salgılanır. Diğer baş ağrısı  tetikleyicileri arasında, kafein ya da monosodyum glutamat, alerjenler (polenler, toz akarları), hormon değişiklikleri, kafa travmaları, psişik stres, aşırı güç harcama ve uzun süren uykusuzluk yer almaktadır. Damarların büzülmesi evresinde, kafa derisine ve beyne giden kan kısıtlanır. Beyne giden kanın yavaş akışı, hastanın migren auraları diye bilinen tuhaf bir duygu hissetmesine neden olsa da bu evre ağrısızdır. Auralar; kaygı, sersemlik hissi, beden dışı deneyimler, çarpık uzamsal algı gibi farklı biçimlerde ortaya çıkabilir: Basit görsel halüsinasyon da oldukça yaygındır. Migren sırasında, kan akışındaki azalma çok ender olarak felce de neden olabilmektedir. Damarların büzülmesi sona erdikten sonra, atardamarların birden genişleyip kana boğuldukları ikinci evre başlar. Bu genişleme, açlıktan ölmek üzere olan bir adamın sekiz tabak yemek birden ısmarlamasına benzer biçimde, beynin damarların büzülmesi evresinde, yaşanan kan azalmasını fazlasıyla telafi etme çabası olabilir. Hassas atardamar duvarları, normalin iki katına kadar genişlediğinden, migren hastası işte bu genişleme evresinde ağrı çeker. Atardamarlar, sinirlerini alın bölgesi ile gözlerin duyarlılığını sağlayan üçlü sinirin üst dallarından alır. Bu sinirler, damarların gerilmesiyle oluşan ağrıyı ağırlıklı olarak gözlere ve yüzün üst bölümüne iletir. Migren ağrıları, hastayı tümüyle aciz bırakan başka bir rahatsızlıkla birinci dereceden akrabadır: Daha sonra ele alacağımız, trigeminus (üçlü) nevraljisi ya da yüz nevraljisi gibi. Migren de yüz nevraljisi de üçlü sinir tarafından yönetilen sefaljilerdir. Migren ağrısı atardamarlardan başladığı için başın döndürülmesi, damarların ağrıyan duvarlarını daha da gererek ağrıyı şiddetlendirebilir. Kalp atışıyla birlikte, ağrının hem sıklığı hem de şiddeti azalıp çoğalabilir. Hızlı ve düzensiz atan nabız, migren ağrısını daha da şiddetlendirecektir; bunu kişisel deneyimlerime dayanarak doğrulayabilirim. Kalp ritminin gücünü ve hızını artıracak her şey ağrıyı da vurgulayacaktır. Tüm diğer migren hastaları gibi nöbet geldiğinde benim de mümkün olduğunca sessiz ve hareketsiz kalmaya çalışmamın nedeni de budur. Yıllar önce, akut mide bulantısıyla tuvalete koşmam gerektiğinde, kalbim o kadar hızlı çarpmaya başlamıştı ki damarlarımın zonklamasıyla, başımın tepesinin patlayacağını zannetmiştim. Sonraları bu hatayı tekrarlamamaya çalıştım. Genişleme evresi birkaç saat sürmekle birlikte, baş ağrısı günler süren bazı şanssızlar da vardır. Akut baş ağrısı dindikten sonra, migren kurbanının başında çoğu zaman kronik ama dayanılabilir bir vurma hissi ve ağır bir bitkinlik duygusu kalır. 

Canımız Neden Yanar?, Dr. Frank T. Vertosick Jr. 

4 Aralık 2011 Pazar

bilimsel



Sütlerin nereye gittiği çok geçmeden anlaşıldı. Sütler her gün domuzların lapasına karıştırılıyordu. Elmalar artık olgunlaşmaya yüz tutmuşlardı; meyve bahçesinin çimenleri rüzgârla dökülen elmalarla kaplıydı. Hayvanlar, doğal olarak, elmaların eşit bir biçimde paylaşılacağını umuyırlardı; oysa bir gün ağaçlardan dökülen tüm elmaların toplanması ve koşum takımlarının durduğu odaya getirilerek domuzlara teslime edilmesi buyuruldu. Bazı hayvanlar homurdandıysa da bir yararı olmadı. Bütün domuzlar, Snowball ile Napoléon bile bu konuda aynı düşüncedeydiler. Öteki hayvanlara gerekli açıklamaları yapmakla görevlendirilen Squealer, "Yoldaşlar!" diye haykırdı. "Umarım, biz domuzların bunu bencilliğimizden, ayrıcalık düşkünlüğümüzden yaptığını sanmıyorsunuzdur. Aslında çoğumuz süt ve elmadan hoşlanmayız. Ben de hoşlanmam. Bu elmalara el koymamızın tek bir amacı var, o da sağlımızı korumak. Sütte ve elmada domuzların sağlığı açısından kesinlikle gerekli olan bazı maddeler var. Bilim bunu kanıtlamıştır, yoldaşlar. Biz domuzlar düşün emekçisiyiz. Bu çiftliğin tüm yönetim ve düzeninden biz sorumluyuz. Gecemizi gündüzümüze katarak, sizin sağlığınızı koruyoruz. Bu sütleri sizin uğrunuza içiyor, bu elmaları sizin uğrunuza yiyoruz. Biz domuzlar görevimizi gereğince yerine getiremezsek ne olur, biliyor musunuz? Jones geri gelir! Evet, Jones geri gelir! Bundan en küçük kuşkunuz olmasın, yoldaşlar." Sonra da, oradan oraya sıçrayıp kuyruğunu oynatarak bağırdı: "Aranızda Jones'un geri gelmesini isteyen tek bir hayvan yoktur sanırım!" Hayvanların en küçük bir kuşku duymadıkları tek bir şey varsa, o da Jones'un geri dönmesini istemedikleriydi. Domuzları sağlıklı tutmanın önemi çok açıktı. Böylece, tartışma büyümeden, bütün sütün ve rüzgârla ağaçlardan dökülen elmaların (doğaldır ki, olgunlaştıkları zaman ağaçtan toplanan elmaların da) hepsinin domuzlara ayrılması herkesçe kabul edildi.

Hayvan Çiftliği, George Orwell

*fotoğraf trillianaSK'ya aittir.

dünyaya mahsus


Geçtiğimiz hafta, bir kez daha İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne gittim. Her gittiğimde sadece bir bölümü geziyorum. Bu sefer Erken Roma Dönemi'ne ait mezar taşlarının olduğu bölümü ziyaret ettim. Üst rütbeli bir devlet memurunun mezar taşında sadece şu ibare var: "Görevini kötüye kullanmadı." On sekiz yaşında ölen bir kızın mezar taşında ise "On sekiz yıl düzenli bir şekilde yaşadı" yazıyor. Sıradan bir Roma vatandaşının mezar taşında yazan şu cümleyi de notlarımın arasına ilave etmişim: "İyiydi ve birçok meziyeti vardı." Asıl dikatimi çeken ise birden fazla mezar taşında geçen "İyi ve kimseye acı çektirmemiş" ifadesiydi. Bugün Roma denilince aklımıza hoş şeyler gelmiyor olabilir. Fakat altını çizip köşemize taşıdığımız bu dört 'güzel' cümle, 'ihtiyaç listesi' gibi önümüzde duruyor. Güzellik uzmanlarının bile zamanla "çirkinleştiği" bir dünyada, kalıcı güzellik, ancak ahlâkla mümkündür diye düşünüyorum. Güzel ahlâkla... En basit kural: Ahlâksız insan, dünya güzeli seçilse dahi, çirkindir. Çirkine de gölgesi bile düşmandır. Türkçenin en 'güzel' şiirlerinden bazılarına imza atmış olan Ahmet Muhip bir yazısında şöyle diyor: "Elimi dostça omzuna koydum, altında yara varmış; canı acıdı." (Yazılar, Adam Yayınları, 1994) Dünyaya mahsus güzellikler biraz da böyle bir şey... O yüzden "Canımı yakıyor, dünyanın güzelliği" diye yazmış bulunduk.

Tüfeksiz Hareketler, İbrahim Tenekeci

15 Kasım 2011 Salı

dengeler adına



Yaşasın konfederasyon!
Yaşasın kamçılar ve köleler.
Çünkü siyahları sevsem de,
Lincoln’un bir yalancı olduğunu biliyorum.

Dengeler adına vuruldu kim vurulduysa
Çiftçiler, Marilyn Monroe, Bağdat.
Dengeler adına bırakıldım kendimle başbaşa.
Burada Şehremini’de
Ve bir hallaç pamuğuna dönüşmüş olarak.

Kimim ben?
Nerden gelip nereye gidiyorum
Bunun ne önemi var.
Mossad besliyor Kafka’yı
Zen’i Amerika finanse ediyor.
Çünkü hepimizi uyuşturup
Ortadoğu’yu ateşe vermek istiyorlar.

İkilem,
Üçlem ve dörtlemler
Alternatif çöplüğüne döndü üçüncü dünyanın beyinleri...

”Hiç akletmez misiniz?”
Hayır etmeyiz!
Felsefenin soysuz çarkına teslim ederiz ayetleri.
Öyle büyüttük öyle büyüttük ki felsefeyi
Eylemi de aldı içine
Eylemi aldı bizden!

Ve ateşler içre Bağdat’ın orta yerinde,
Çırılçıplak kalakaldık işte

Dengeler adına silahsız
Dengeler adına şahsiyetsiz
Miskin, geveze, entelektüel..
Dengeler adına vuramadı kim vurmadıysa
Dengeler adına şair yaptılar bizi...

Hakan Albayrak

incesaz - ebrûlî

12 Kasım 2011 Cumartesi

kaydet beni


25 Nisan 1970

Selim* gibi, günlük tutmaya başladım bakalım. Sonumuz hayırlı değil herhalde onun gibi. Bu defteri bugün satın aldım. Artık Sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni; dert ortağım olsun. "Kimseye söyleyemeden, içimde kaldı, kayboldu." dediğim düşüncelerin, duyguların aynası olsun. Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.

Günlük, Oğuz Atay

*Selim: Tutunamayanlar'ın kahramanı Selim Işık.