27 Mayıs 2013 Pazartesi

toprak yokuş

 
İstanbul, Kasım 1948

Azizim Cim,

Burada tek bir medeniyet, bir kültür, yalnız bir zihniyet ve ruh aradığıma ne kadar aldanmışım. Tetkiklerime yeniden başlamamı icap ettirecek hallerle karşılaşıyorum. Meğer bizler ne düpedüz, ne basit, kelimeyi söylemekten biraz çekiniyorum ama, ne iptidaî adamlarmışız! Bak neden. Sözle anlatılmaz, hâdiseyi dinle, hükmünü sen ver: Geçenlerde henüz sıcak bir gündüz ortasında, buralı bir dostumla şehrin Kadıköy gecesinde İbrahimağa yokuşu denilen bir şehir arkasından Çamlıca'ya doğru yürüyüş yapıyorduk. Toprak bir yokuşun üstünde yolu tıkayan bir kaya parçasını kazma ile kırarak yolu açan bir adama rastladık. Önce bunu bir amele zannettik. Arkadaşım tekerlek, siyah sakallı, tatlı, güler yüzlü, oldukça iri ve dinç cüssesiyle çalışan adamı selâmladı, "Amele misin? Yalnız mı çalışıyorsun?" diye sordu. Kazmasına dayanaak bir gazali andıran derin, siyah gözleriyle bizi süzen kahraman Türkmenin heyecanlı, gür sesini dinlerken kulaklarıma inanamıyordum: "Ben arabacıyım, na şu karşı kulübedeb oturuyorum, amele değilim. Allah için bu yolu yapıyorum." Bizim şakınlığımıza bakıyordu. Biz sormadan o devam etti. Lâkin gözleri dolmuştu, sesi titriyordu. Serbestçe ağlayabilen bir kahramana benziyordu: "Babam Çanakkale'de şehit oldu, bir helva pişiremedim. Evlâdımı İstiklâl Harbi'nde kurban verdim. Bir Mevlit okutamadım. Ruhlarına gönderecek bir şeyim yok. İşte bu hayrı yapıyorum." Hemen kazmaya sarıldı ve "Allah!" diye başladığı işine devam etti. Ben bu vicdan azametinin karşısında o gün bugün secdeye kapanıyorum. Sizi bilmem ama, Paris'in en temiz ruhunu bir kabare şarkıcısında bulabilirsin, derler. Türkün en temiz ruhunu ben bu adamda buldum.

Kimdi bu adam? Onu kim yetiştirmişti? Bu adamdaki bir tarih ve bir medeniyet yaratmaya kabiliyetli büyük rhun yapıcısı ne eski devirden kalan hocalar, ne de bugünün garpçı münevverleridir. Dünün artığı olan ve bugün sarıkları çıkarılmış olan hocalarn ruh ve ahlâk bakımından sefâletlerini geçen mektubumda anlatmıştım. Bunlar şimdi etraftan birkaç kuruş getirecek mânasız vesileler bekleyen tufeylîler halinde kalmıştırlar.  İzzeti nefisleri acınacak derecede küçülmüş, nefislerine ve dinlerine itimadı kalmamış. Bir taraftan, Arapça bir kelime veya cümleyi kocaman harflerle yazıp bir levha kopyası halinde gazete sayfalarına doldurarak sanat veya din âbidesi diye satmaya çalışıyorlar. Bunlar para ile imandan hangisi daha çok işe yarar diye düşünmektedirler. Bazıları softa olmadığını münevver zümreye isbat için Ramazan günlerinde açıkça içki içerek gazel okumayı tercih ediyorlar. Sonra da Müslümanlara, Allah ismiyle dolu Arapça söylevler veriyorlar. Diğer taraftan, herhangi bir Avrupalının İslâmiyet hakkındaki methedici sözleriyle övünüyor. Vaktiyle dünyayı titreten büyük Padişah Yavuz Selim'in otoritesinden yıldığı Şeyhülislâmların yerinde, küçücük Hristiyan unsurlarına müdaheneden zevk duyup küçülenler var.

Amerikan Mektupları Düşünen Adam Aranızda, Nurettin Topçu

0 yorum: