Sözgelimi, Japonya'da yakın zamana kadar antidepresanlar yaygın bir kabul görmüyordu. Küresel rüzgârlar muhafazakâr Japonya'nın psikiyatri bilimine de tesir ederek bu ilaçların pazardaki yerini almasını sağladı. ABD psikiyatrisinin etkisiyle, Japonya'da da son beş yılda giderek artan sayılarda yeni ilaçlar tüketilmeye başlandı. Oysa bu ilaçların getirdiği uçarı neşe hali ve parlaklık, Japon geleneği içinde olumlu kişilik özellikleri olarak değerlendirilmiyordu. Keder, Japon toplumuna kaybı, geçiciliği ve kusurluluğu hatırlattığı için hoş karşılanmaktaydı. Kişinin sıradan keder ve yası yaşamasını engelleyecek bir ilacın onun kişiliğine, duyarlılığına ve manevi gelişimine zarar vereceği düşünülürdü. Keder ve kayıplara duyarlı bir biçimde verilen tepki, Japonya'da her zaman çok önemli olmuştur. Tiyatro, edebiyat, geleneksel ve modern halk şarkıları; nostaljiye, kayıp ve yas duygularına, şeylerin geçiciliğine olumlu göndermelerle doludur. İnsanlar ayrılık ve kayıp durumlarında rahatça ağlarlar; fakat aynı zamanda bu yaşantılardan güç devşirirler, hayatta kalanlarla bağlarını güçlendirirler ve grup dayanışması sağlarlar. Öfke ve huzursuzluktan farklı olarak, hüzün, yas ve melankoli bu dünyanın geçiciliğini hatırlattıkları için âdeta buyur edilirler. Konfüçyüsçülük ve Budizm, tahammülü öne çıkarır, keder ve hüzne bir içsel gelişim vasıtası olarak değer verirler. Dışadönüklük, girişkenlik, sokulganlık ABD'de bir satıcı için vazgeçilmez kişilik özellikleri; bir Japon için ise duyarsız ve hoyrat toplumsal davranışlardır.
Kalbin Direnişi, Kemal Sayar
0 yorum:
Yorum Gönder